13 Kasım 2021 Cumartesi

CO-VID GELDİ, GELMESE DAHA İYİYDİ

 Evi karantinaya aldık ha dostlar!

Deniz geçen cuma gecesi ateşleniverdi. Deniz de pek ateşlenmez ha, genelde Barış başı çeker bu hastalık işlerinde. Ama bu sefer bizi şaşırttı köftehorlar. Meğer virüslenmiş ha çocuk! Önden Deniz, sonra Barış, sonra ben ve en son babalar olmak üzere bi sıradan geçtik. Teker teker tadına vardık Kovidin. Herkesteki etkiler aha şu şekil oldu:

Deniz: İlk gece ateşle başladı ve 2-3 gün kadar ateşlenme ara ara oldu ama ateş düşürücü verdikçe düştü. En azından dirençli ateş değildi de ilaçla düştüğü sürece çok sorun olmadı. yine ilk 2 gün yorgundu ve genelde yatarak veya uyuyarak geçirdi günlerini. Sanırsam 3. gün itibariyle bunlar gitti yerine öksürük geldi. Öksürük birinci haftanın sonunda da devam ediyo ama enerjisi yerinde. 10 günlük izolasyonu salı günü bitiyor ve okula dönecek artık.

Barış: Her zamanki gibi ishal ve kusmayla başladı çünkü onun sindirim sistemleri daha zayıf ve herhangi bir hastalık onu önce ordan vurur. Bunları ertesi gün ateş takip etti yine 2 gün kadar ara ara çıkan ama ilaçla düşen ateş azalarak bitti. Ateşli günlerinde yorgundu ve gün içinde ara ara uyudu. Bunlar  biterken öksürük geldi ve grip geçiriyormuş gibi bir hal aldı. Şimdi burnu tıkalı ve biraz öksürüğü var sadece. Onun 2 gün fazla izolasyonu var yani perşembe günü okula dönecek. 

Ben: Sonuncusu 5 ay önce olmak üzere 2 aşımı da olmuştum. Deniz e ilk PCR yaptığımızda bana da yaptık ve negatif çıktım fakat tabii sonradan aldım virüsü kaçınılmaz bir şekilde. Zira 6 yaşında çocukları evde izole etmek imkansız, naapıcam çocukları odaya mı kapatıcam? Bende durum yorgunlukla başladı ama aşırı bir kas ağrısı falan olmadı. Ateşim de öyle aman aman çıkmadı. Uzun süren ve ara ara yoğunlaşan grip gibiydi benimkisi. Öksürük en rahatsız edici tarafı tabii, akşama doğru da ses kısılması oluyor biraz. Burnum da tıkalı ama genel durum olarak bence gripten fazlası değildi benimki. 

Eşim: Ona eşim demek de ne garip geldi ha :) Kendisi en son aldı virüsü ve sanırım en ağır geçirenimiz oldu. Kas ağrısı en belirgin semptomdu. Gece ağrıdan uyuyamadığı oldu gündüz gün boyu yataktan çıkmadığı oldu 2-3 gün kadar. Öksürük minimal durumda ama var. Sanırım en zoru sürekli ağrı durumu oldu onun için.

Ama hiç birimiz nefes darlığı vs gibi bir durum yaşamadık. Benim kalbim biraz sorunludur ama çarpıntım bile olmadı, oraları pek etkilemedi ya da görünürde etkilemedi artık orasını bilemem.

Bu virüs bir gün bize de gelecekti zaten bekliyorduk, geldi gördük. Neyse bence fena atlatmadık, şimdi önümüzdeki 6 ay rahatız en azından!


5 Kasım 2021 Cuma

HANGİ ÇOCUĞUN HANGİ SINIFTA OLDUĞUNU KAÇ GÜNDE EZBERLEYEBİLİRİZ?

İlk lockdown - tam kapanma - sonrası bir daha da buralarda okullar kapanmadı. O günden beri tam gaz devam. 

Eylül ayında birinci sınıfa başladılar ve sanırım artık resmen ayrı sınıftalar! Okula girince biri sağa biri sola yöneliyo. Artık ayrı arkadaşları var ama tabii ki herkes herkesi de tanıyo hem geçen seneden hem de aralarda birlikte oynamaya devam ettiklerinden. 

Sınıflarının isimlerini hala arada karıştırıyorum hatta okulun 3. günü tam da şu geldi başıma ha rezil oldum: Çocukları sabah aynı noktadan okula bırakıyoruz, şahane. Akşamları da normalde çıkış saati 15:15 ama biz ikimiz de çalıştığımız için nerdeyse hiç o saatte almadık onları, dolayısıyla hangi kapıdan alındıklarını da bilmiyorum. Bizim normal rutinimizde okul sonrası kulübü onları direk sınıflarından alıyo, biz de akşam 6da gidip okulun arka kapısından alıyoruz. 

Olaylar birinci sınıfın üçüncü gününde cereyan etti. Okul sonrası şeysi birisi hasta olduğu için iptal oldu ve çocukları normal saatinde almamız lazım. Gittim 15:10da okulun kapısına, başka veliler de var biraz sohbet muhabbet dönüyo kapı açılana kadar. Tam kapı açılırken ben farkettim ki çocukları o saah bıraktığımız tek kapıdan almıyoruz! Her sınıfın kendi kapısından çocuklar tek tek salıveriliyo. Öğretmen kapıdaö gelen veli çocuğun adını söylüyo, öğretmen de çocuğu getiriyo. Ben o anda farkettim kiiii hangi çocuğu hangi kapıdan alacağımı kesinlikle bilmiyorum!!! İçimden yaaw diyorum rezil olucam, yan gözle diğer velileri takip ediyorum. Diyorum bu Otto'nun babası, evet. Peki bizm çocuklardan hangisi onunla aynı sınıftaydı acaba? whatsapp gruplarından mı baksam. Ama zaman yok, okula doğru yaklaşıyoruz. Bakıyorum başka tanıdık veli görmeye çalışıyorum, Jack'ın annesi var yanda. Ama katiyen bizimkilerden hangisi Jack'le aynı sınıfta hatırlamıyorum. Ama yarebbi çözüm düşünüyorum. O arada yavaşlamak için ayağım kaşınmış gibi yapıyorum arkada kalıyım diye, hani o arada bir ipucu görürüm falan. Ama yok tabii ki! Diyorum tamam haydi artık şansına gidicen ik kapıdan birine ve birinin adını söylicen.

Yavaşça soldaki sınıfın kapısına yanaştım. Öğretmen bana baktı ve ben 'Barış' dedim. Dünya durdu ve öğretmen bana garip garip baktı. Kim?? dedi. Dedim 'Deniz'! Veliler koptu tabii, ben de ehehehe tabii yani daha okulun üçüncü günü ama di mi ehehehhe sınıflarını tam şeedemiyorum eheheheh dedim ve utancımdan yerin dibine geçerken Deniz geldi içerden. 

Naaaabıcan kardeş?? Kafa bi milyon, herşeyi de aklımda tutamam ki ben! Neyse bu da böyle bir andı, burda dursun da sonra okur güleriz :) 

26 Mart 2021 Cuma

YİNE YENİ YENİDEN

 Son yazıyı yazalı 5 yıl olmuş! Daha neler!

Ohooooo neler neler..

Şimdi açıp okuyunca bir an o günlere döndüm. En başına, şimdi olduğumuz yerden çok uzaklara. 

Barış ve Deniz artık 5 yaşındalar! Hala ikizibiraradalar. Evden eve taşınıp kendilerini Londrada buldular 2 yıl önce. Macerlar maceralar..

Buraya en son yazdığımda uzun uzun Barışın ameliyatından bahsetmişim. Ve üstünden 5 koca yıl geçmiş ha. Şimdi süper kahraman kostümleri giyip koltukların üstünde zıplayan, taklalar atan iki küçük insan oldular. Okula bile başladılar. 

Hadi bi hızlı geçiş yapıyım.

Barışın ameliyatı.. 2.5 aylıkken Koç Üniversitesi Hastanesinde yapılan ameliyatı çok iyi geçti. Bağırsağın hastalıklı kısmını aldılar ve o kadar. Geri kalan ona yetermiş zaten. Yetiyo da :) Ameliyat sonrası 1 yaşına kadar bağırsaktaki dikiş yapılmasın diye numaralı demir çubuklar verdi doktoru. Bağırsaktaki içten dikişin iyileşmesini bekledik bir süre. Sonra basladık günde iki kere çubuk kullanmaya. Hiç farkettiği bişey olmadı. Canı hiç yanmadı çünkü kayganlaştırıcı sürerek yapıyordum ve mutlaka bezini değiştirirken yapıyorum. Ameliyat sonrasında hiçbir aksilik yaşamadık. Güzel güzel iyileşti minnoş. Yaşına gelince de tamamen bıraktık. Kilosu Denizin her zaman azcık arkasından geldi, hala da öyle. Bence kolay kolay kilo alan bi çocuk olmayacak zaten :) Ama en ufak bir eksiliği, rahatsızlığı olmadı ameliyattan ötürü. Yani şanslıymışız ki kolayca atlattı, biz de iyileşme sürecinde çok titiz baktık tabii ki. Pansumanlarını aksatmadık, popodaki kızarıklıkları hemen kremledik iyileştirdik. Şimdi karnındaki 2 günlükken olduğu ameliyatın izinden başka bişeyi yok. O iz de çok görünür olmasına rağmen bir kere bile sormadı bu nedir diye. Sanki hiç yokmuş gibi o iz onun için. Bakalım ne zaman soracak..

Biz çocukların ilk 3 yaşında 3 ev değiştirdik. Feneryolu'nda başlayan maceramız Göztepe'de ve sonra da Arnavutköy'de devam etti. Şehirin içinden adım adım uzaklaştık, en sonunda kendimizi Londra'da bulduk. Şehir bizi kustu resmen. Feneryolu'ndan Göztepe'deki kendi evimize geçmiştik. Yerden ısıtmalı yeni yapılmış evde baya rahat ettik aslında. Fakat oranın da trafiği bizi bitirdi. En sonunda bir cumartesi günü evden Bağdat Caddesi'ne, yürüyerek 30 saniye olan yolu arabayla 30 dakikada geçemeyince taşınmaya karar verdik. Biraz da mümkünde bir bahçemiz olsun dedik. Böyle diye diye Arnavutköy'e kadar gittik! Ama sahildeki Arnavutköy değil, şimdi havaalanının olduğu Arnavutköy! Ebemköy! Ama çok rahat ettik orda zira ev bahçeliydi. Çocuklar bizden daha da rahat ettiler. Bir da yatılı yardımcı bulduk, herkes rahat etti. Tam 3 yıl boyunca gündüzlü ya da yatılı bakıcının yanında muhakkak anneanne ya da babaanne bulundu. Haftayı nöbetleşe aldılar, döne döne gelip gittiler saolsunlar. 

Bir noktada yurtdışına çıkmak hep dilimizdeydi de nasıl olacağını pek bilememiştik. İki taraftan da işlerimizi zorladık uzun süre. Bu arada çocuklar 3 yaşına yaklaştıklarında, sanırım Eylül 2018 gibi kreşe başladılar. Beşiktaş'ta Meşe Palamudu Çocuk Evi'ne gittiler kısa süre. İlk defa o zaman ayrıldılar az da olsa. Kreşte 2 sınıf vardı, ikisini ayrı sınıflara verdik biraz kendi karakterleri gelişsin, tek olarak da başlarının çaresine bakabilsinler diye. Tabii bu kreşin kayıtları aylar öncesinden yapılmıştı o zamanlar gideceğimiz de belli değildi. Sonra benim şirketimde bir iş fırsatı çıktı, Londra'da bir pozisyon açıldı. Haziran - Temmuz boyunca görüşmeler, paneller falan bizde bu işler uzun sürerdi zaten. Temmuz sonunda haber geldi, hazırlıklar başladı! Çocuklar yine de kreşe başladılar tabii ama sadece 2 ay kadar gittiler ve 10 Kasım'da Londra'ya uçtuk.

İlk gelişimizde annem de bizimle geldi ki biz ev, iş, okul ayarlarken o çocuklarla ilgilendi. Ev tuttuk, kreş bulduk yerleştik 2 ay kadar sürdü. Buradaki kreşler aşırı pahalı ve de eğitim farklı, ona da alışmamız gerekti tabii :) Chiswick'e yerleştik bir de buralar biraz daha pahalı ama neyse dedik bu bir yatırımdır neticede. 2 sene gömelim poundları, sonra okula başlayınca sıfırlanacak hepsi. Burdaki kreşte aynı sınıfta olmak zorunda kaldılar çünkü tek sınıf vardı. Önce Maggie&Rose diye bir kreşe başladılar, sonra orda çok değişim oldu öğretmen kadrosunda, memnun değildik değiştirdik Kido diye başka bir kreşe geçtiler. Bu kreş işlerine sonra gireriz şimdi bu biraz özet bölüm malum :)

İlk 1 yılımız zorlu geçti, zira çok farklı bir sisteme alışmaya çalıştık. Yanımızda yardımcı yok, aileler yok, arkadaşlar yok. İnsan kendini kimliği dahil baştan yaratıyor bir nevi. yuvarlana yuvarlana bulduk yolumuzu. 2. yılımızın başında da zaten Co-Vid geldi, ama artık alışmıştık zaten de bi zahmet! 

Çocuklar Eylül 2020'de İlkokula başladılar. Burda 5 yaşında 'Reception' dedikleri bir sınıfa başlıyorlar, bir nevi anaokulu. Kreş desen değil, birinci sınıfa desen değil, tam bir ara geçiş yılı. Tabii ki develet okulu! Zaten burda çocuklu aileler herseye okullar çevresinde kuruyorlar. Devlet okulları puanlıyor, sen de gidip yüksek puanlı okulları buluyosun, obanı onun yakınlarına kuruyosun. Zamanı gelince belediyenin şeysinden online başvuru ile belediye okula yakınlık derecesine göre çocukları yerleştiriyo. Bizimkiler de en iyi okullardan birine yerleştirildiler, de haydi 6 yıl burdalar gibiler!

Co-Vid sebebiyle bir süre okullar kapatıldı, 2 aya yakın evden eğitim oldu ama geçen hafta itibariyle Mart 2021'de tekrar okula döndüler. bu okulda da 2 sınıf vardı, okul da sınıfları ayırmayı önerdi, zaten biz de öyle istiyorduk ve ayrı sınıflardalar. Fakat bu ayrı sınıflar zaten günün yarısını birlikte geçiriyolar, dolayısıyla ne ayrılar ne birlikteler. Çok da ideal bir durum oldu :)

Neyse işte işin özeti bu!

Eskiden bebeklermiş, şimdi çocuk olmuşlar. Ben demiyorum, kendileri diyo!





19 Nisan 2016 Salı

Bir Hirschsprung Hikayesi

Hirschsprung hastalığı nedir ?

Sıradan insan dilinde ve en basit haliyle ve kendi bildiğim kadarıyla anlatmak gerekirse : Hirschsprung, kalın bağırsağın bir bölümünde bir sinir hücresi (ganglion hücresi olarak geçiyor) eksikliği hastalığı. Bağırsağın kasılıp gevşemesini sağlayarak (buna da peristaltik hareket deniyor) dışkılamayı sağlayan bu hücreler olmadığında kişi dışkılayamıyor, yani kakasını yapamıyor. Bu nedenle de hücrenin olmadığı yere kadar ilerleyen kaka bir noktada toplanıyor ve kasılma hareketi olmadığından dışarı atılamadığı için bağırsakta bir noktada şişmeye (distilasyon) sebep oluyor. Hastalığın diğer bir adı da Mega Kolon hastalığı.

5000'de 1 görülen bu hastalık genetik ve doğuştan oluyor. Benim bildiğim kadarıyla hastalığın belirgin bir sebebi yok. Ailede genetik olarak varsa çocukta da çıkma ihtimali oluyor ama bu da şart değil. Misal bizde hiç yoktu bu hastalıktan. Bir yerden başlayabiliyor bizde olduğu gibi.

Hastalığın belirtileri neler ?

Hamilelikte yapılan testlerde anlaşılma ihtimali olduğunu düşünmüyorum çünkü bebek anne karnındayken bağırsak henüz çalışmadığı için durum anlaşılamıyor. Doğum sonrasında ilk kakayı yapamama (bu ilk kakaya mekonyum deniyor) , beslenmeyi reddetme, safralı kusma gibi belirtilerle kendini gösteriyor. Bunların hepsi olmak durumunda da değil sanırım, zira Barış'ın ilk ameliyatla ince bağırsak sorunu çözüldüğünde beslenmeye başlamıştı, safralı kusması yoktu ve kilo alıyordu. Ama kakasını popodan uyarılmadan yapamıyordu.

Aman diyim durumu herhangi bir kabızlıkla karıştırmayın. Bebek sadece kabız olabilir ve bu nedenle kakasını birkaç gün yapamıyor ve ardından yapıyor olabilir. Yani her kakasını yapmakta zorlanan bebek Hirschsprung demek değil. Bebeklerde kabızlık görülebilen bir durum, çok örneğini duydum. Bu noktada doktorunuzun yönlendirmeleri sizi doğru teşhis ve tedaviye yönlendirecektir.

Kesin tanı nasıl konuyor ?

Barış'ın ilk ameliyatının ardından biz asıl Hirschsprung belirtilerini görmeye başladık. Kesin tanı için yoğun bakımdaki doktorumuz Altan Bey biyopsi yapılması gerektiğini söyledi. Fakat diğer yandan da çocuk kakasını uyarıyla da olsa yapabildiği için biyopsi çok acil değildi, biraz bekleyebiliriz dedi. Belki de zamanla kendine gelir, biraz bekleyip gözlemleyelim dedi. Biz de zaten ameliyat ve yoğun bakım o sürecinde o kadar yıprandık ki biyopsiyi psikolojik olarak kaldırabilecek durumda değildik. Barış da biz de biraz dinlenmek ve başka doktorlardan da görüş almak istedik.

Dolayısıyla 12 günün sonunda Barış'ı yoğun bakımdan çıkarttık ve eve getirdik. 8 aydır karnımda yanyana büyüyen minikler de 12 günlük aranın ardından birbirlerine kavuştular.

İlk birkaç gün kakasını yapıyordu fakat sonrasında yine yapamamaya başladı. Rutin kontroller için gittiğimiz doktorumuz da bebeklerde bu tür durumlar olabileceğini, biraz beklememizin iyi olacağını söyledi. 24 saat kaka yapamazsa fitil yardımıyla yaptırabilirsiniz dedi. (Normalde bebekler 1 günden daha uzun süre de kaka yapmayabiliyorlar, sonra tek seferde ortalığı batırır derecede yapabiliyorlar. Fakat bizim önceden vukuatımız olduğu için 24 saat uyarısı yapıldı.) Altan Bey de aynı şekilde önermişti, fitil ya da parmağınızla uyarın demişti. (Parmakla uyarmak işi size biraz düşünmesi bile iç ürpertici gelmiş olabilir ama insan anne olunca ve bunu yapması gerekiyorsa yapıyor arkadaşım. Bu süreçte bir hemşire sakinliğine eriştim diyebilirim. Zaten bebek hissetmesin diye kayganlaştırıcı kullandığımız için aslında canı çok yanmıyordu. Yine de büyük oranda parmak yerine fitil tercih ettiğimiz doğrudur. Neticede mühim olan Barış'ın kakasını çıkartmasıydı ve bunu için ne gerekiyorsa yapılmalıydı..)

Bu durum 1 ay boyunca bu şekilde devam edince, bir uzman görüşü daha alalım dedik ve doktor arayışına girdik. Araştırma ve soruşturmalarımız neticesinde Amerikan Hastanesi'nde Çocuk Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr Figen Gürakan'ı bulduk ve Barış'ı götürüp durumu anlattık. O da bizi Çocuk Cerrahisi Bölüm Başkanı Doç Dr Egemen Eroğlu'na yönlendirdi.

Egemen Bey'i önceki ameliyatın detayları ve bilgi almak için Altan Bey ile görüştürdük. Egemen bey de semptomların Hirschsprung'u işaret ettiğini söyledi ama tabii ki ilaçlı kolon grafisi ve biyopsi olmadan kesin tanı koyamayız dedi. Madem her yol buraya çıkıyor, tamam dedik yapalım ne gerekiyorsa. Mecidiyeköy'de bu konuda uzman bir merkeze yönlendirdiler, ilaçlı kolon grafisi çektirdik. Bu işlem bebeğe acı veren bir işlem değil, biliniz. Bize randevu almak için aradığımızda "bebeği tutmak için 2 kişi gelin" dediklerinde neyle karşılaşacağımızı tahmin edemedik ve açıkçası bebek çırpınacak ve biz onu tutacağız sandık. Fakat alakası yokmuş. Sadece filmin çekildiği makinanın altında bebeği sağdan soldan tutup çevirmek gerekiyor, o nedenle 2 kişi istiyorlarmış. Popodan incecik bir boruyla bir ilaç enjekte edip çeşitli açılardan film çekildi. Dediğim gibi bebeğe acı veren, ağlatan bir işlem değil.

Egemen Bey filmi görünce çok tipik bir Hirschsprung filmi olduğunu söyledi ama yine de kesin tanı için biyopsi şarttı. Hemen 1 hafta sonrasına biyopsi için gün verdi. 16 Aralık günü Barış'ı Koç Üniversitesi Hastanesi'ne götürdük ve biyopsi yapıldı. Biyopsi için anestezi alması gerekti çünkü parçayı popodan girip kalın bağırsaktan aldılar. Sabah 7:30 da girdik, toplam işlem 25-30 dakika kadar sürdü. Barış'ı ameliyathaneden pamuklara sarılıp sarmalanmış halde getirdiler ve getirir getirmez de yatağına sıcak hava üfleyen makinalar koydular ki soğuk olan ameliyathane sebebiyle hasta olmasın. Uykudan uyanır halde gibi olan Barış kısa sürede kendine geldi, hareketlendi. Birkaç saat sonra emzirdim, herhangi bir kusması da olmadı. Saat 14 gibi de durumu tamamen normale döndüğü için bizi hastaneden gönderdiler.

Patolojide, alınan parçada ganglion hücresi olup olmadığına bakıldı. Patoloji sonucunda hücre bulunamadı ve sonunda hastalığın kesin tanısı konmuş oldu. Tedavimiz zaten belliydi, ameliyat olması gerekiyordu. Bağırsağın hücresiz bölümünün ameliyatla alınması gerekiyordu. Egemen Bey eğer sürece hazır değilsek ameliyat için kısa bir süre bekleyebiliriz dedi ama biz artık hazırdık ve bir an önce tedavisi yapılsın, Barış normal hayatına dönsün istiyorduk.

Tedavi Yöntemleri

Bu hastalığın en baştaki tedavi yöntemi ameliyat. Karından ya da popodan yapılabilen ameliyatta öncelikle bağırsağın hücre eksikliği olan bölümü alınıyor ve sağlıklı bölüm tekrar dikiliyor. Barış'ın ameliyatı popodan yapıldı. Ne kadar bir bölümün alınacağı ise ameliyat sırasında belli oluyor. Şöyle ki ; bağırsakta distilasyon yapan bölge (yani kaka birikmesinden dolayı genişleyen bölge) alındıktan sonra ilk noktadan tekrar parça alınıyor ve ameliyat sırasında frozen biyopsi denilen yöntemle tekrar hücre taraması yapılıyor. Hücre bulunamazsa, hücreyi bulana kadar ilerleniyor ve hücrenin bulunduğu yerden bağırsak kesiliyor. Eğer bağırsağın sonuna kadar hücre bulunamazsa, işin içine başka tedavi yöntemleri giriyor. Kolostomi denen bir yöntemle bağırsak dışarı alınıp biraz daha uzun bir süreçte tedavi ediliyor ve iyileşince tekrar bir ameliyatla yerine yerleştiriliyor. Tabii kolostomi gerekliliği çok nadir görülen ve ileri derece bir durum. Onunla ilgili detaylı bilgi sahibi değilim ama doktorumuz nerdeyse son 5 yıldır hiç kolostomi gereken bir hastasının olmadığını söylemişti. Neyse ki bizim durumda ilk kesilen yerin ardından ganglion hücresi bulunduğu için tek ameliyatla durumdan yırttık diyebilirim.

Sürç-i lisan ettimse affola

Bu yazıda haddim olmayarak biraz detaylı tıbbi bilgi vermiş olabilirim. Ama ben hastalığı araştırırken bu tip bir yazıya o kadar ihtiyaç duydum ki, bizden sonra araştıranlara bir faydası olsun diye bu şekilde detaylı yazmak istedim. Neticede doktor değilim, araştırdığım, soruşturduğum ve yaşadığım şeyleri toparlayıp sıradan bir insanın anlayabileceği hale getirmek istedim. İnternet dediğimiz bir dipsiz kuyu.. Gerekli gereksiz bir dolu bilgi var ve bu süreçte insan herşeyi okumaya çalışıyor. Genelde de en kötü ihtimaller ve durumlar çıkıyor karşınıza nedense. Bu durumda da umutsuzluğa kapılmak an meselesi. Halbuki ben bu durumlarda hep iyi düşünmek taraftarıyım. Pozitif enerjinin faydasına da çok inanırım. O nedenle ah-vah demeden süreçle ve hastalıkla ilgili bildiğim kadarıyla bilgi vermek istedim.

Görürler görmezler bilemem ama buradan bu süreçte bize destek olan tüm doktorlarımıza da teşekkür etmek isterim. Uzm. Dr Şükran Yıldırım, Opr. Dr Altan Alim, Prof. Dr Figen Gürakan, Doç. Dr Egemen Eroğlu, Doç. Dr Gökhan Gündoğdu, Dr Mehmet Ali Özen ve ekiplerindeki tüm çalışanlara teşekkürler! (özellikle Şişli Florence Nightingale Yenidoğan Yoğun Bakım hemşir ve hemşireleri, Koç Üniversitesi Hastanesi pediatri servisi hemşireleri) Zor bir süreç geçirdik, sayenizde atlattık! :)

Eğer bu yazıyı okuyan ve daha detaylı bilgi için iletişime geçmek isteyen olursa mailleşebiliriz ; ikizibirarada@gmail.com

Son ameliyat ve sonrasıyla ilgili de bir yazı daha yazıcam ama o yine "başımızdan geçenler" konseptinde olucak :)

29 Mart 2016 Salı

Yenidoğan Yoğun Bakımdan Ameliyathaneye

Evde yarı uykuyla geçirdiğimiz gecenin sabahında ilk iş hastaneyi aramak oldu. Yoğun bakımın sorumlu doktoru Şükran Hanım gelmiş, bebeklerin durumuna bakmıştı ve Deniz'i çıkarabileceğimiz söylendi. Barış için de bizimle konuşmak istiyordu. Hemen Deniz'in kıyafetlerini hazırladık, araba koltuğunu aldık ve hastanenin yolunu tuttuk.

Artık İstanbul Florence ile işimiz bitmiş, Şişli Florence ile görüşme halindeydik. Yoğun bakım ünitesinin kapısına gidip, oradaki bir telefonla içeriyi arıyorduk ve "Tarsus bebeklerin annesiyim, kapıdayım" diyince hemşireler gelip beni içeri alıyorlardı. Deniz'in durumu düzelmişti, hafif bir sarılık artmasına önlem olarak 12 saat kadar fototerapi almıştı ve normal beslenmeye başlamıştı. Hemşireler emzirebildiğimden de emin olmak için bir daha emzirmemi istediler. Emzirdim, giydirdik ve evrak işleri de bitince Deniz'i hastaneden çıkarttık.

Barış için ise durum belirsizliğini koruyordu. Hala beslenemiyor ve safra kusuyordu, dolayısıyla serumla beslenmeye devam ediliyordu. Yoğun bakım doktoru ise çocuk cerrahının görüşünü almak istiyordu. Bize de dedi ki "çocuk cerrahımız şuan ameliyatta, siz Deniz'i alın evinize gidin. Barış burda güvende merak etmeyin, telefonla haberleşelim ve duruma göre tekrar sizi buraya çağırırız." Biz de kendisinin tavsiyesine uyduk, küvez içindeki Barış'a biraz dokunup sevdim ve Deniz'i alıp eve geldik. Gün içinde cerrahtan bilgi alamadık çünkü o da teşhi koyabilmek için kendi muayene ve tetkiklerini yapmak istiyordu.

Bu arada Deniz beyi eve getirdik ve var gücümüzle ona sarıldık. Tabii hastane çıkışını da normal prosedürle yapmadığımız için birçok konuda bilgi de alamadan çıkmak durumunda kaldık. Tek bildiğimiz 2 saatte bir beslememiz gerektiğiydi. Bir de tabii süt yetmeme durumu için mama almalıydık. Bir arkadaşımdan mama tavsiyesi aldım ve Deniz'le evdeki maceralarımız başladı!

Zaten 3 günlük bebek sadece yiyor ve uyuyor olduğu için bize yapacak pek birşey kalmadı. Tabii erken doğduğu için de emme refleksi tam gelişmemişti ve emzirmek biraz zaman alıyordu. Haaa tabii bir de uyanamama durumunu unutmamak lazım. Adam uykuya daldı mı 2 saat sonra uyanması gerektiğini bilmiyor tabii ki. Haliyle onu uyandırmaya çalışmalar, memeyi ağzına sokmaya çalışmalar derken koşturmacamız başladı.

Barış için ertesi sabah hastaneden telefon aldık, çocuk cerrahı Altan Bey bizimle yüzyüze görüşmek istiyordu. Hemen atladık gittik hastaneye, kendisini bulduk. Oturdu bize detaylı detaylı durumu anlattı. Barış'ın bağırsaklarda bir tıkanma olduğunu tahmin ediyordu. Zira yukardan ve aşağıdan verdiği sıvılar bir noktada tıkanıyordu ve karın ultrasonunda da aşırı gazlı bir durum vardı. Yoğun gaz ve şişkinlikten dolayı bir sıkıntı olduğu belliydi fakat daha fazlasını dışardan bakarak anlamak mümkün değildi. Karından girip durumu görmeliyim ve ona göre müdahale etmeliyim dedi. Yani 4 günlük haliyle Barış'ın ameliyat olması gerekiyodu.. Ameliyat sırasında gördüğü duruma göre de müdahale edeceğini söyledi. Bu durumda bir kitle olabilir, bağırsağın bir bölümünde düğümlenme olabilir gibi çeşitli ihtimalleri yazarak çizerek bize anlattı. Bizden de ameliyata izin için bir imza istedi.

Öyle bir durumda kaldık ki anlatmaya kelimeleri yetmez. Çocuk yoğun bakımda ve beslenemiyor, bu şekilde devam edemez. Altan Bey'in anlattıkları ve ilgisi de bize güven verdi ve imzayı verdik, alın ameliyata dedik. "Öğleden sonra alıcam ben sizi arar çağırırım, siz evinize gidin diğer bebeğin yanında olun" dedi. Biz de atladık tekrar eve gittik. Öğlen 3 gibi aradı tekrar çağırdı, atladık tekrar hastaneye gittik. ( Bu arada gittik geldik dediğim yol ; Hastane Çağlayan'da, ev Kadıköy'de!)

Daha bağrımıza basamadığımız miniğimizi yoğun bakımın kapısında bekledik, küvezle çıktılar. Birlikte ameliyathanenin kapısına kadar indik, doktorlara teslim ettik ve beklemeye başladık..

Hastanenin bekleme alanı ne berbat bir yerdeydi anlatamam! Basııııık, ufaaaaak, penceresi yoook.. Zaten insanın içi sıkılıyo bir de minicik alanda kasvetli kasvetli bekliyoruz. Neyse ki acemi anne-babanın yanında eşimin amcası geldi de saolsun bizi konuştura konuştura kafamızı dağıtıp oyaladı. O olmasa heralde duvara gözümüzü diker ameliyat bitene kadar kıpırdamadan dururduk! 1 saat 45 dakika! Hayatın en uzun 1 saat 45 dakikası.. Duvardaki koca saat de, kolumdaki küçük saat de, telefonun saati de aynı hızda ilerliyor.. Gözümüz kapıda.. 1 saat 45 dakika sonra Altan Bey kapıdan çıktı, biz de yerimizde fırladık. Yüzü gülüyordu, dedi ki "Size anlattığım en iyi ihtimalden bile iyi bir durumla karşılaştık. İnce bağırsağı kendi etrafında dönmüş (Tıptaki adı Volvulus ) ve karından açınca elimizle düzelterek hallettik. Bağırsağa neşter bile değmedi, herşey yolunda." Kocaaaa bir ohh çektik!

Barış'ı yine küvezde ameliyathaneden yoğun bakıma alırlarken yanındaydık. Onu yerine götürdük ve tekrar Deniz'in yanına eve döndük. Şimdi ameliyat sonrası durumun normale dönmesini beklemek kalmıştı. Birkaç gün içinde serumdan normal beslenmeye geçmesini sağlayıp, emzirebildiğimi gördüklerinde de Barış'ı eve yollayacaklardı.

Fakat durum bu kadar olumlu ilerlemedi..

Ameliyatın ertesi günü de serumla beslenmeye devam etti. Sonrasında anne sütünü biberonla verebilmek için benden sağılmış anne sütü istemeye başladılar. Sonraki birkaç gün boyunca sağdığım sütleri günde 2 defa hastaneye götürüp getirdim. Barış yavaş yavaş sütü almaya başladı, beslenmesi birkaç gün serum ve sütle devam etti. Tabii hastaneye her gittiğimde de mutlaka emzirme denemeleri yapıyordum. Makinalara bağlı kablolarıyla kucağıma verdikleri miniği orada bulduğum bir sandalyenin üstünde emzirdim her defasında.

Bir gün yine girdim yoğun bakıma, zaten 4 tane küvez var, Barış'ı göremedim. Diğer küvezlere baktım, bir yandan da "lan çocuğumu tanıyamadım heralde" diyorum. Hemşireye "ay nerde bizimki" dedim, karşıdaki küvezi gösterdi. Bir baktım çocuğun saçlarını iki yandan kazımışlar! İki yandan C şeklinde ama oldukça özensiz şekilde kazınmış saçıyla tabii ki tanımam! "Nooldu, neden saçlarını kestiniz?" dedim biraz da panik halinde. "Sakin olun, birşey yok, sabit bir damar yolu açmak için acaba kafasındaki damara mı açsak diye baktık ama sonra boynuna açtık" dediler. Yani kötü birşey olmadığına mı üzülsem, boynundaki yeni kablolara mı üzülsem yoksa yamuk yumuk saçlarına mı üzülsem bilemedim. Dedim bari komple kesin saçları da böyle hippi gibi durmasın. Neyse ertesi gün komple permatikle kestiler saçları..
Günler geçtikçe Barış'ın durumu düzeldi, fakat bu sefer de başka bir problem hasıl oldu. Beslenmeye başlayan minik beyimizin yediklerinden kalanı çıkartma zamanı geldiğinde sorun yaşıyordu. Yani kısacası beslenmeye başlamıştı fakat bu sefer de kakasını yapamıyordu.. Nur topu gibi yeni bir sorunumuz olmuştu..

Altan Bey'le tekrar görüştüğümüzde Barış'ın genel durumunun gayet iyi olduğunu fakat kaka yapamadığını, bunu da bir süre takip etmek istediğini söyledi. İlk ameliyattan çıktığında bize "çocuğunuz bugüne kadar gördüğüm en uzun kalın bağırsağa sahip, ilerde kabız olabilir" demişti. Açıkçası ilk etapta kaka yapamıyor denilince biz de kabız olduğunu sandık. Fakat doktorumuz daha ciddi bir sorun olabileceğini söyledi, zira popodan müdahale yapıp uyarınca kakasını yapabiliyordu. Hirschsprung diye bir hastalık şüphesi vardı ve bunu anlamak için kalın bağırsaktan biyopsi yapması gerekiyordu. Yani ufak da olsa ikinci bir operasyon demekti. Hastalık teşhis edilirse, bu daha fazla operasyon ya da hastalığın derecesine göre birkaç yıl sürecek bir tedavi gerektirebilirdi.

Tam eve gidicez diye beklediğimiz anda, elimizde yeni bir sorunla kalakalmıştık ; Hirschsprung Hastalığı..

17 Mart 2016 Perşembe

Yoğum Bakıma Giriş A101

Doğum sonrası odaya geldim, zaten hep kendimde olduğum için bir ayılma sürecim olmadı. Bacaklarımı tabii ki hala hissetmiyordum ama hızlı şekilde uyuşukluğum açıldı. 4-5 saat sonra tamamen hissedebilir duruma gelmiştim. Kesilen yerimde koca bir bandaj ve sonda olduğu için zaten yerimden de kalkmam gerekmiyordu. Tabii anestezi aldığım için sonrasındaki tatsız tutsuz çorbalar, kompostolar gelip gidiyordu.
O güne dair canımı yakan tek şey akşamüzeri beni yürütmeleriydi! Arada pansumana geldiler, o da fena diildi ama o odada 1 tur atabilmek için çektiğim acıyı ne sen sor ne ben söyliyim! Bir kolumda annem bir kolumda hemşireyle gözümden yaşlar gele gele odanın bir ucundan diğer ucuna kadar yürüyebildim. Sonrasında zaten iyileşme sürecinde çok da bir ağrım sancım olmadı, herşey yolundaydı. Tabii ki normal hareket edebilmek biraz zaman alıyor, neticede karın bölgesi oturup kalkarken kullanılan bir bölge ve orada dikişler oluyor.

Bebekleri ben odaya geldikten kısa süre sonra yanıma getirdiler. Ben gelene kadar ahali bebekleri bebek odasında seyretmişti zaten, odaya geldiklerinde de mis gibilerdi. Beyaz beyaz tulumları giyinmiş kuşanmış iki minik adam odanın gözdesi oluverdiler. Kucağıma almakta çekinmedim ya da zorlanmadım ama emzirmeyi öğrenmek biraz zaman aldı :) Bebekler biraz da erken doğdukları için emme refleksleri normal zamanda doğan bebeklere göre daha zayıftı. Dolayısıyla iki taraflı bir öğrenme durumu söz konusuydu. Zaten ilk etapta sütüm de gelmediği için olay sadece emzirmenin tekniğini öğrenmekle ilgiliydi.
İlk günümüz ziyaretçilerle, pansumanlarla, bebekleri seyretmekle geçti. Gece yanımda tecrübeli kişi olaraktan annem kaldı. Bebeklerin birini benim diğerini annemin gözü önüne yatırarak geceyi yarı uyur yarı uyanık geçirdik. Zaten hemşireler de sık sık odaya geldiler. Beslenme olayı ise zaten pek süt gelmediği için mama ile devam etmekteydi. Ben de makinayla çektirerek ve de emzirmeyi deneyerek süte yol açmaya çalıştım.

İkinci günümüz biraz sıkıntılı başladı. Bebekler beslenme konusunda biraz sıkıntı çıkarıyorlardı, mamayı da memeyi de reddediyorlardı. Deniz az da olsa alıyordu ama Barış kesinlikle almıyordu ve bir zaman sonra da kusmaya başladı. Öğlen gibi bebekleri yıkayacaklarını söyleyip bize de göstermek için anne-baba takımını bebek odasına çağırdılar. Biz ancak orada çocuk doktoru hanımla adam gibi karşılaşabildik. Ondan önce sadece ilk gün 2 dakikalığına odaya uğradı, "herşey yolunda, daha uzun konuşmak için en yakın zamanda uğrayacağım" dedi ve gitti. İkinci görüşmemiz de bebek odasında bebekler yıkanırken oldu. Orada da bu beslenememe sorunundan bahsettik, sorduk. Bir kan testi yapmamız lazım, sonucuna göre konuşucaz dedi. Ne olabilir peki diye sorduk, çok net cevap alamadık sadece yoğun bakıma gönderebiliriz önlem olarak dedi ve devamını getirmedi.

Odaya çıktık, bebekleri yanımıza getirdiler. Barış yememe durumunun üstüne bir de sarı-yeşil renkte kusmaya başlamıştı. Akşam 6 gibi kan tesleri de geldikten sonra nöbetçi çocuk doktoru geldi ve bebekleri yoğun bakıma almamız gerektiğini söyledi. Beslenemedikleri için kan şekeri düşme durumu olabilirdi ve daha ileri tetkikler yapılması gerekebilirdi. Durum pek bir muallaktayken bebekler yan hastanenin (Şişli Florence Nightingale) bebek yoğun bakım ünitesine götürüldü. Bu arada da bir takım saçmalıklar oldu tabii. Biz giderken bize haber verin biz de gelicez dedik, tamam dediler. Sonra sorduğumuzda bebekler gitmişti bile. Neymiş efendim bizi aramışlar da odanın telefonu cevap vermemiş! Kardeşim bir kat yukarı çıkıp odaya gelemiyor musunuz ? Neyse işte birtakım tartışmalar falan ama neticede iki bebeğimizi de yan hastaneye yoğun bakıma yolladık.

İkinci gecemizi bebeklerden ayrı geçirdik. Biz annemle bir odada, onlar yan hastanede küvezdeydiler. Ben 2-3 saatte bir görmeye gittim, sağabildiğim sütü götürdüm ya da emzirmeye çalıştım. Deniz'in durumu toparlanıyordu fakat Barış hala beslenmeyi reddettiği için serum taktılar. Mideden gelen sarı sıvıyı dışarı alabilmek için de midesine burundan bir hortum indirildi ve tetkikler yapılmaya devam edildi.

Üçüncü gün Deniz'i emzirmeyi başardım ama tabii gelen süt çok az. Hemen hastane tipi bir sağma makinası kiraladım. Zira onların çekme gücü daha kuvvetli olduğu için daha faydalıymış. Barış'ın durumuysa stabil, çocuk hala beslenemiyordu ve serum vermeye devam ediyorlardı. Bu arada günlerden 29 Ekim olması sebebiyle doktorlar izinde, nöbetçi doktorlar var. Yoğun Bakım'ın sorumlu doktoru Şükran Hanım'ın uzaktan da olsa durumu takip ettiğini söylediler, biraz bekleyip durumunu takip edicez dediler. Bu arada doğum doktorum Herman Bey'le görüştüm, o da Şükran Hanım'la konuştu durumla ilgili bilgi alıp bana geri döndü. Durum kontrol altında merak etmeyin, tetkikler yapılıyor, ne olduğunu anlıycaz dediler.

Neticede bebeklerin hayatta üçüncü, yoğun bakımdaki ikinci günlerinde onları orada bırakıp eve dönmek zorunda kaldık. Deniz'in durumu iyi olsa da Şükran Hanım görmeden çıkartmak istemediler, biz de onun için iyi olacaksa kalsın tabii dedik. Gece 12'ye kadar hastanede kaldık, ara ara görmeye gittik, gece de annem, ben, kocam eve döndük..

İki gün önce evden 3 kişi çıkarken dönüşte 5 kişi olmayı planlamıştık. Fakat hayat bize başka planlar yapmıştı. Odalarının kapısını usulca kapatıp, kendimde kalmaya çalışarak yatağa girdim. Benim başka bir misyonum daha vardı ; süt vermek! Ve üzüntü sütün gelmesini engelleyebilecek unsurlardan en önemlisiydi. Dolayısıyla üç günlük anne olarak yoğun bakımda kalan bebeklere üzülmeyi kesmeli ve sütüme odaklanmalıydım. Sonuçta hastanede kontrol altındalardı ve benim sütün onlara en iyi gelecek şeydi.. İşte annelik benim için o gün başlamıştı..

15 Mart 2016 Salı

Doğurmaya Gidiyoruz Hobarey!

Ekim ayı içerisinde kontrollerimiz artık haftada 1'e kadar düştü. Ha geldi ha gelecek derken günler günleri kovaladı. Her seferinde doktor doğum için gün verecek diye gittim fakat 21 Ekim'e kadar doktorum "bugün git haftaya gel" demeye devam etti. 21 Ekim'deki kontrolde artık 27 Ekim sabahı için netleştik ve hastane rezervasyonlarımızı yaptırdık. Koyduğumuz tarih öncesinde bebeklerin bir atak yapmayacağını umarak son günlerimize giriş yaptık.

Son 2 güne kadar herşey yolundaydı, sırt ve bel ağrılarım en azından katlanılabilir seviyedeydi diyebilirim. Fakat pazar ve pazartesi günleri artık ne yana dönsem ağrıyan kemik ve kas bütünü oldum. Yataktan kalk, koltuğa yat, ordan kalk öbür koltuğa otur, sağa dön, sola dön derken acılar içindeki o son 2 günü nasıl geçirdim bir ben bilirim bir de annem.
27 Ekim salı sabahı 5:30'da ekip olarak yola koyulduk ve 6:00'da hastanedeydik. Aslında doğum saati olarak 8 demiştik, doktor en geç 7'de hastanede ol demişti. Fakat Kadıköy'den Şişli'ye bir haftaiçi sabahı trafik hesaba katıldığında, bir de bu konuda ekstra takıntılı kocam da işin içine girdiğinde sabah 6'da kendimizi hastanede bulduk. Hastane ekibi : ben, kocam, annem, kayınvalide, kayınpeder.
Sonunda günlerdir kapağı açık duran kırmızı valizimin kapağı kapandı ve 27 Ekim salı saat 05:30'da 2 kişi olduğumuz evimize 4 kişi dönmek üzere yola çıktık.

Hastanede bizimle aynı anda gelen bir hamile bayan daha vardı, sanırım benden önce o doğuracaktı. Ekipler yandan yandan birbirini süzerken minik selamlaşmalar ve gülümsemelerle önce onlar sonra da biz odamızın yolunu tuttuk. İstanbul Florence Nightingale 307 numaralı odayı yarı suit olması sebebiyle öncede ayırtmıştık zira herkes ziyarete gelenler hödöö diye direk hamileyle karşılaşmasınlar diye mümkün olursa suit oda almamızı tavsiye etmişti. İyi de etmişler, memnun kaldık.

Odamıza çıktık yerleştik ve beklemeye başladık. Tabii ben aç susuz beklediğim için biraz da bitkinlik vardı üstümde. İkiz doğururken sezeryan mecburi değil tabii ki de ama bizim tek keselileri normal doğumla doğurmak riskli olacağı için doğum yöntemimiz zaten sezeryan olacaktı. Ben de tamamen uyutulmak istemedim, epidural yapalım dedim. Doktorumuz da durumu uygun gördü. Saat 8:00 gibi beni almaya geldiler, sedyeyle ameliyathaneye doğru yola çıktık.
Sedyede yatar haldeyken hastane koridorlarından geçmek tam bir film sahnesi gibiydi. Tavandaki ışıklar, yanımdan geçen insanlar, ameliyathane girişinden itibaren yeşil önlüklü ve rengarenk bandanalı doktorlar, hemşireler ve daha bilmediğim kimler kimler.. Uzun yolun sonunda ameliyathaneye girdik, Herman Bey de ekibiyle ordaydı. O da nesi ? İçerde 15 kişi falan var. Dedim heralde bunlar hazırlık için burdalar ya da daha operasyon başlamadığı için girip çıkıyorlar.. Hahaaa meğer hepsi doğum ekibiymiş! Resmen "biri tuttu, biri iğne batırdı, biri ilça verdi, biri monitöre baktı, biri doğurttu, biri bebeği aldı..." diye uzaytabilecek işlemlerin her biri için ayrı kişi varmış!

Önce epidural için sırtımda giriş yolu açıldı. Bir doktor hareket etmemem için beni önden tuttu, diğeri de sırtımda bişeyler açtı. Acısı derseniz çok anlık ve azcık bir acıdır hatırımda kalan. Sanırsam kan alınırkenki iğne giriş hissinden hallice birşey. Bir süre sonra da açılan yerden iğneyle ilaç verilince bende yavaştan uyuşukluk başladı. Belimden aşağısı hafif bir karıncalanma hissiyle başlayan ve hissizlikle sonuçlanan 2-3 dakikanın içinde artık operasyona hazırdı. Kafamın önüne de bir mavi örtüyle perde çekildii, kocamı da içeri aldılaaar ve başladılar.
Başladılar derken kimse bana başlıyoruz falan da demedi, ben de bişey hissetmedim aslında :) Ama baktım herkes toplaştı, bi ittirme kaktırma işlemi başadı, dedim heralde başadılar. İttirme kaktırma dediysem de öyle anlaşılır birşey de değil yani. En ufak bir acı yok! 2-3 dakika içinde de ilk çığlık duyuldu zaten! O arada biz kocamla perde arkasında sohbetteyiz yani o kadar hızlı olacağını hiç beklemiyorduk. İlk çığlık ağlamaya dönüp yankılanmaya devam ederken, kardeşinin çığlığı da araya girdi. Anlıyacağınız ortalık çığlık kıyamet! :)

Yanlış hatırlamıyorsam birkaç dakika içinde de bebeklerin ilk temizliklerini yapıp yanımıza getirdiler. Birini bir yanağıma diğerini diğer yanağıma yanaştırdılar, hayata ilk pozumuzu verdik ve bebek odasına doğru yola çıktılar. Onların ardından kocamı da dışarı aldılar ve anladığım kadarıyla dikiş işlemi başladı. Doğum sırasında üstümden büyük bit yük kalkmış gibi hissettim, ama gerçek anlamda :) Yani o koca göbeğimin bir anda iniverdiğini hissettim resmen. Bebeklerin sesini duymaksa enteresan bir deneyimdi. Aylardır içimdeki adamlarla hep uzaktan ve tek taraflı sohbet ederken, 1 dakika içinde bana aylardır söyleyemediklerini bağırır gibilerdi. :)
Bir grup insan ameliyathaneden çıktıktan sonra benim de ağzıma bir ağızlık verildi (ay onun adı ne hiç bilmiyorum). Nefes alın biraz sakinleşin dediler. Meğer gazı basmışlar ayol, hooop diye uykuya dalıverdim :) Kendime geldiğimde sedyeyle ayılma alanındaydım, hemen sonrasında ise odaya çıkardılar. Toplam 1,5 saat içinde herşey oluvermiş ve doğum sağlıkla gerçekleşmişti.

Ya da aslında herşey yeni başlıyordu...