Evde yarı uykuyla geçirdiğimiz gecenin sabahında ilk iş hastaneyi aramak oldu. Yoğun bakımın sorumlu doktoru Şükran Hanım gelmiş, bebeklerin durumuna bakmıştı ve Deniz'i çıkarabileceğimiz söylendi. Barış için de bizimle konuşmak istiyordu. Hemen Deniz'in kıyafetlerini hazırladık, araba koltuğunu aldık ve hastanenin yolunu tuttuk.
Artık İstanbul Florence ile işimiz bitmiş, Şişli Florence ile görüşme halindeydik. Yoğun bakım ünitesinin kapısına gidip, oradaki bir telefonla içeriyi arıyorduk ve "Tarsus bebeklerin annesiyim, kapıdayım" diyince hemşireler gelip beni içeri alıyorlardı. Deniz'in durumu düzelmişti, hafif bir sarılık artmasına önlem olarak 12 saat kadar fototerapi almıştı ve normal beslenmeye başlamıştı. Hemşireler emzirebildiğimden de emin olmak için bir daha emzirmemi istediler. Emzirdim, giydirdik ve evrak işleri de bitince Deniz'i hastaneden çıkarttık.
Barış için ise durum belirsizliğini koruyordu. Hala beslenemiyor ve safra kusuyordu, dolayısıyla serumla beslenmeye devam ediliyordu. Yoğun bakım doktoru ise çocuk cerrahının görüşünü almak istiyordu. Bize de dedi ki "çocuk cerrahımız şuan ameliyatta, siz Deniz'i alın evinize gidin. Barış burda güvende merak etmeyin, telefonla haberleşelim ve duruma göre tekrar sizi buraya çağırırız." Biz de kendisinin tavsiyesine uyduk, küvez içindeki Barış'a biraz dokunup sevdim ve Deniz'i alıp eve geldik. Gün içinde cerrahtan bilgi alamadık çünkü o da teşhi koyabilmek için kendi muayene ve tetkiklerini yapmak istiyordu.
Bu arada Deniz beyi eve getirdik ve var gücümüzle ona sarıldık. Tabii hastane çıkışını da normal prosedürle yapmadığımız için birçok konuda bilgi de alamadan çıkmak durumunda kaldık. Tek bildiğimiz 2 saatte bir beslememiz gerektiğiydi. Bir de tabii süt yetmeme durumu için mama almalıydık. Bir arkadaşımdan mama tavsiyesi aldım ve Deniz'le evdeki maceralarımız başladı!
Zaten 3 günlük bebek sadece yiyor ve uyuyor olduğu için bize yapacak pek birşey kalmadı. Tabii erken doğduğu için de emme refleksi tam gelişmemişti ve emzirmek biraz zaman alıyordu. Haaa tabii bir de uyanamama durumunu unutmamak lazım. Adam uykuya daldı mı 2 saat sonra uyanması gerektiğini bilmiyor tabii ki. Haliyle onu uyandırmaya çalışmalar, memeyi ağzına sokmaya çalışmalar derken koşturmacamız başladı.
Barış için ertesi sabah hastaneden telefon aldık, çocuk cerrahı Altan Bey bizimle yüzyüze görüşmek istiyordu. Hemen atladık gittik hastaneye, kendisini bulduk. Oturdu bize detaylı detaylı durumu anlattı. Barış'ın bağırsaklarda bir tıkanma olduğunu tahmin ediyordu. Zira yukardan ve aşağıdan verdiği sıvılar bir noktada tıkanıyordu ve karın ultrasonunda da aşırı gazlı bir durum vardı. Yoğun gaz ve şişkinlikten dolayı bir sıkıntı olduğu belliydi fakat daha fazlasını dışardan bakarak anlamak mümkün değildi. Karından girip durumu görmeliyim ve ona göre müdahale etmeliyim dedi. Yani 4 günlük haliyle Barış'ın ameliyat olması gerekiyodu.. Ameliyat sırasında gördüğü duruma göre de müdahale edeceğini söyledi. Bu durumda bir kitle olabilir, bağırsağın bir bölümünde düğümlenme olabilir gibi çeşitli ihtimalleri yazarak çizerek bize anlattı. Bizden de ameliyata izin için bir imza istedi.
Öyle bir durumda kaldık ki anlatmaya kelimeleri yetmez. Çocuk yoğun bakımda ve beslenemiyor, bu şekilde devam edemez. Altan Bey'in anlattıkları ve ilgisi de bize güven verdi ve imzayı verdik, alın ameliyata dedik. "Öğleden sonra alıcam ben sizi arar çağırırım, siz evinize gidin diğer bebeğin yanında olun" dedi. Biz de atladık tekrar eve gittik. Öğlen 3 gibi aradı tekrar çağırdı, atladık tekrar hastaneye gittik. ( Bu arada gittik geldik dediğim yol ; Hastane Çağlayan'da, ev Kadıköy'de!)
Daha bağrımıza basamadığımız miniğimizi yoğun bakımın kapısında bekledik, küvezle çıktılar. Birlikte ameliyathanenin kapısına kadar indik, doktorlara teslim ettik ve beklemeye başladık..
Hastanenin bekleme alanı ne berbat bir yerdeydi anlatamam! Basııııık, ufaaaaak, penceresi yoook.. Zaten insanın içi sıkılıyo bir de minicik alanda kasvetli kasvetli bekliyoruz. Neyse ki acemi anne-babanın yanında eşimin amcası geldi de saolsun bizi konuştura konuştura kafamızı dağıtıp oyaladı. O olmasa heralde duvara gözümüzü diker ameliyat bitene kadar kıpırdamadan dururduk! 1 saat 45 dakika! Hayatın en uzun 1 saat 45 dakikası.. Duvardaki koca saat de, kolumdaki küçük saat de, telefonun saati de aynı hızda ilerliyor.. Gözümüz kapıda.. 1 saat 45 dakika sonra Altan Bey kapıdan çıktı, biz de yerimizde fırladık. Yüzü gülüyordu, dedi ki "Size anlattığım en iyi ihtimalden bile iyi bir durumla karşılaştık. İnce bağırsağı kendi etrafında dönmüş (Tıptaki adı Volvulus ) ve karından açınca elimizle düzelterek hallettik. Bağırsağa neşter bile değmedi, herşey yolunda." Kocaaaa bir ohh çektik!
Barış'ı yine küvezde ameliyathaneden yoğun bakıma alırlarken yanındaydık. Onu yerine götürdük ve tekrar Deniz'in yanına eve döndük. Şimdi ameliyat sonrası durumun normale dönmesini beklemek kalmıştı. Birkaç gün içinde serumdan normal beslenmeye geçmesini sağlayıp, emzirebildiğimi gördüklerinde de Barış'ı eve yollayacaklardı.
Fakat durum bu kadar olumlu ilerlemedi..
Ameliyatın ertesi günü de serumla beslenmeye devam etti. Sonrasında anne sütünü biberonla verebilmek için benden sağılmış anne sütü istemeye başladılar. Sonraki birkaç gün boyunca sağdığım sütleri günde 2 defa hastaneye götürüp getirdim. Barış yavaş yavaş sütü almaya başladı, beslenmesi birkaç gün serum ve sütle devam etti. Tabii hastaneye her gittiğimde de mutlaka emzirme denemeleri yapıyordum. Makinalara bağlı kablolarıyla kucağıma verdikleri miniği orada bulduğum bir sandalyenin üstünde emzirdim her defasında.
Bir gün yine girdim yoğun bakıma, zaten 4 tane küvez var, Barış'ı göremedim. Diğer küvezlere baktım, bir yandan da "lan çocuğumu tanıyamadım heralde" diyorum. Hemşireye "ay nerde bizimki" dedim, karşıdaki küvezi gösterdi. Bir baktım çocuğun saçlarını iki yandan kazımışlar! İki yandan C şeklinde ama oldukça özensiz şekilde kazınmış saçıyla tabii ki tanımam! "Nooldu, neden saçlarını kestiniz?" dedim biraz da panik halinde. "Sakin olun, birşey yok, sabit bir damar yolu açmak için acaba kafasındaki damara mı açsak diye baktık ama sonra boynuna açtık" dediler. Yani kötü birşey olmadığına mı üzülsem, boynundaki yeni kablolara mı üzülsem yoksa yamuk yumuk saçlarına mı üzülsem bilemedim. Dedim bari komple kesin saçları da böyle hippi gibi durmasın. Neyse ertesi gün komple permatikle kestiler saçları..
Günler geçtikçe Barış'ın durumu düzeldi, fakat bu sefer de başka bir problem hasıl oldu. Beslenmeye başlayan minik beyimizin yediklerinden kalanı çıkartma zamanı geldiğinde sorun yaşıyordu. Yani kısacası beslenmeye başlamıştı fakat bu sefer de kakasını yapamıyordu.. Nur topu gibi yeni bir sorunumuz olmuştu..
Altan Bey'le tekrar görüştüğümüzde Barış'ın genel durumunun gayet iyi olduğunu fakat kaka yapamadığını, bunu da bir süre takip etmek istediğini söyledi. İlk ameliyattan çıktığında bize "çocuğunuz bugüne kadar gördüğüm en uzun kalın bağırsağa sahip, ilerde kabız olabilir" demişti. Açıkçası ilk etapta kaka yapamıyor denilince biz de kabız olduğunu sandık. Fakat doktorumuz daha ciddi bir sorun olabileceğini söyledi, zira popodan müdahale yapıp uyarınca kakasını yapabiliyordu. Hirschsprung diye bir hastalık şüphesi vardı ve bunu anlamak için kalın bağırsaktan biyopsi yapması gerekiyordu. Yani ufak da olsa ikinci bir operasyon demekti. Hastalık teşhis edilirse, bu daha fazla operasyon ya da hastalığın derecesine göre birkaç yıl sürecek bir tedavi gerektirebilirdi.
Tam eve gidicez diye beklediğimiz anda, elimizde yeni bir sorunla kalakalmıştık ; Hirschsprung Hastalığı..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder