Evde yarı uykuyla geçirdiğimiz gecenin sabahında ilk iş hastaneyi aramak oldu. Yoğun bakımın sorumlu doktoru Şükran Hanım gelmiş, bebeklerin durumuna bakmıştı ve Deniz'i çıkarabileceğimiz söylendi. Barış için de bizimle konuşmak istiyordu. Hemen Deniz'in kıyafetlerini hazırladık, araba koltuğunu aldık ve hastanenin yolunu tuttuk.
Artık İstanbul Florence ile işimiz bitmiş, Şişli Florence ile görüşme halindeydik. Yoğun bakım ünitesinin kapısına gidip, oradaki bir telefonla içeriyi arıyorduk ve "Tarsus bebeklerin annesiyim, kapıdayım" diyince hemşireler gelip beni içeri alıyorlardı. Deniz'in durumu düzelmişti, hafif bir sarılık artmasına önlem olarak 12 saat kadar fototerapi almıştı ve normal beslenmeye başlamıştı. Hemşireler emzirebildiğimden de emin olmak için bir daha emzirmemi istediler. Emzirdim, giydirdik ve evrak işleri de bitince Deniz'i hastaneden çıkarttık.
Barış için ise durum belirsizliğini koruyordu. Hala beslenemiyor ve safra kusuyordu, dolayısıyla serumla beslenmeye devam ediliyordu. Yoğun bakım doktoru ise çocuk cerrahının görüşünü almak istiyordu. Bize de dedi ki "çocuk cerrahımız şuan ameliyatta, siz Deniz'i alın evinize gidin. Barış burda güvende merak etmeyin, telefonla haberleşelim ve duruma göre tekrar sizi buraya çağırırız." Biz de kendisinin tavsiyesine uyduk, küvez içindeki Barış'a biraz dokunup sevdim ve Deniz'i alıp eve geldik. Gün içinde cerrahtan bilgi alamadık çünkü o da teşhi koyabilmek için kendi muayene ve tetkiklerini yapmak istiyordu.
Bu arada Deniz beyi eve getirdik ve var gücümüzle ona sarıldık. Tabii hastane çıkışını da normal prosedürle yapmadığımız için birçok konuda bilgi de alamadan çıkmak durumunda kaldık. Tek bildiğimiz 2 saatte bir beslememiz gerektiğiydi. Bir de tabii süt yetmeme durumu için mama almalıydık. Bir arkadaşımdan mama tavsiyesi aldım ve Deniz'le evdeki maceralarımız başladı!
Zaten 3 günlük bebek sadece yiyor ve uyuyor olduğu için bize yapacak pek birşey kalmadı. Tabii erken doğduğu için de emme refleksi tam gelişmemişti ve emzirmek biraz zaman alıyordu. Haaa tabii bir de uyanamama durumunu unutmamak lazım. Adam uykuya daldı mı 2 saat sonra uyanması gerektiğini bilmiyor tabii ki. Haliyle onu uyandırmaya çalışmalar, memeyi ağzına sokmaya çalışmalar derken koşturmacamız başladı.
Barış için ertesi sabah hastaneden telefon aldık, çocuk cerrahı Altan Bey bizimle yüzyüze görüşmek istiyordu. Hemen atladık gittik hastaneye, kendisini bulduk. Oturdu bize detaylı detaylı durumu anlattı. Barış'ın bağırsaklarda bir tıkanma olduğunu tahmin ediyordu. Zira yukardan ve aşağıdan verdiği sıvılar bir noktada tıkanıyordu ve karın ultrasonunda da aşırı gazlı bir durum vardı. Yoğun gaz ve şişkinlikten dolayı bir sıkıntı olduğu belliydi fakat daha fazlasını dışardan bakarak anlamak mümkün değildi. Karından girip durumu görmeliyim ve ona göre müdahale etmeliyim dedi. Yani 4 günlük haliyle Barış'ın ameliyat olması gerekiyodu.. Ameliyat sırasında gördüğü duruma göre de müdahale edeceğini söyledi. Bu durumda bir kitle olabilir, bağırsağın bir bölümünde düğümlenme olabilir gibi çeşitli ihtimalleri yazarak çizerek bize anlattı. Bizden de ameliyata izin için bir imza istedi.
Öyle bir durumda kaldık ki anlatmaya kelimeleri yetmez. Çocuk yoğun bakımda ve beslenemiyor, bu şekilde devam edemez. Altan Bey'in anlattıkları ve ilgisi de bize güven verdi ve imzayı verdik, alın ameliyata dedik. "Öğleden sonra alıcam ben sizi arar çağırırım, siz evinize gidin diğer bebeğin yanında olun" dedi. Biz de atladık tekrar eve gittik. Öğlen 3 gibi aradı tekrar çağırdı, atladık tekrar hastaneye gittik. ( Bu arada gittik geldik dediğim yol ; Hastane Çağlayan'da, ev Kadıköy'de!)
Daha bağrımıza basamadığımız miniğimizi yoğun bakımın kapısında bekledik, küvezle çıktılar. Birlikte ameliyathanenin kapısına kadar indik, doktorlara teslim ettik ve beklemeye başladık..
Hastanenin bekleme alanı ne berbat bir yerdeydi anlatamam! Basııııık, ufaaaaak, penceresi yoook.. Zaten insanın içi sıkılıyo bir de minicik alanda kasvetli kasvetli bekliyoruz. Neyse ki acemi anne-babanın yanında eşimin amcası geldi de saolsun bizi konuştura konuştura kafamızı dağıtıp oyaladı. O olmasa heralde duvara gözümüzü diker ameliyat bitene kadar kıpırdamadan dururduk! 1 saat 45 dakika! Hayatın en uzun 1 saat 45 dakikası.. Duvardaki koca saat de, kolumdaki küçük saat de, telefonun saati de aynı hızda ilerliyor.. Gözümüz kapıda.. 1 saat 45 dakika sonra Altan Bey kapıdan çıktı, biz de yerimizde fırladık. Yüzü gülüyordu, dedi ki "Size anlattığım en iyi ihtimalden bile iyi bir durumla karşılaştık. İnce bağırsağı kendi etrafında dönmüş (Tıptaki adı Volvulus ) ve karından açınca elimizle düzelterek hallettik. Bağırsağa neşter bile değmedi, herşey yolunda." Kocaaaa bir ohh çektik!
Barış'ı yine küvezde ameliyathaneden yoğun bakıma alırlarken yanındaydık. Onu yerine götürdük ve tekrar Deniz'in yanına eve döndük. Şimdi ameliyat sonrası durumun normale dönmesini beklemek kalmıştı. Birkaç gün içinde serumdan normal beslenmeye geçmesini sağlayıp, emzirebildiğimi gördüklerinde de Barış'ı eve yollayacaklardı.
Fakat durum bu kadar olumlu ilerlemedi..
Ameliyatın ertesi günü de serumla beslenmeye devam etti. Sonrasında anne sütünü biberonla verebilmek için benden sağılmış anne sütü istemeye başladılar. Sonraki birkaç gün boyunca sağdığım sütleri günde 2 defa hastaneye götürüp getirdim. Barış yavaş yavaş sütü almaya başladı, beslenmesi birkaç gün serum ve sütle devam etti. Tabii hastaneye her gittiğimde de mutlaka emzirme denemeleri yapıyordum. Makinalara bağlı kablolarıyla kucağıma verdikleri miniği orada bulduğum bir sandalyenin üstünde emzirdim her defasında.
Bir gün yine girdim yoğun bakıma, zaten 4 tane küvez var, Barış'ı göremedim. Diğer küvezlere baktım, bir yandan da "lan çocuğumu tanıyamadım heralde" diyorum. Hemşireye "ay nerde bizimki" dedim, karşıdaki küvezi gösterdi. Bir baktım çocuğun saçlarını iki yandan kazımışlar! İki yandan C şeklinde ama oldukça özensiz şekilde kazınmış saçıyla tabii ki tanımam! "Nooldu, neden saçlarını kestiniz?" dedim biraz da panik halinde. "Sakin olun, birşey yok, sabit bir damar yolu açmak için acaba kafasındaki damara mı açsak diye baktık ama sonra boynuna açtık" dediler. Yani kötü birşey olmadığına mı üzülsem, boynundaki yeni kablolara mı üzülsem yoksa yamuk yumuk saçlarına mı üzülsem bilemedim. Dedim bari komple kesin saçları da böyle hippi gibi durmasın. Neyse ertesi gün komple permatikle kestiler saçları..
Günler geçtikçe Barış'ın durumu düzeldi, fakat bu sefer de başka bir problem hasıl oldu. Beslenmeye başlayan minik beyimizin yediklerinden kalanı çıkartma zamanı geldiğinde sorun yaşıyordu. Yani kısacası beslenmeye başlamıştı fakat bu sefer de kakasını yapamıyordu.. Nur topu gibi yeni bir sorunumuz olmuştu..
Altan Bey'le tekrar görüştüğümüzde Barış'ın genel durumunun gayet iyi olduğunu fakat kaka yapamadığını, bunu da bir süre takip etmek istediğini söyledi. İlk ameliyattan çıktığında bize "çocuğunuz bugüne kadar gördüğüm en uzun kalın bağırsağa sahip, ilerde kabız olabilir" demişti. Açıkçası ilk etapta kaka yapamıyor denilince biz de kabız olduğunu sandık. Fakat doktorumuz daha ciddi bir sorun olabileceğini söyledi, zira popodan müdahale yapıp uyarınca kakasını yapabiliyordu. Hirschsprung diye bir hastalık şüphesi vardı ve bunu anlamak için kalın bağırsaktan biyopsi yapması gerekiyordu. Yani ufak da olsa ikinci bir operasyon demekti. Hastalık teşhis edilirse, bu daha fazla operasyon ya da hastalığın derecesine göre birkaç yıl sürecek bir tedavi gerektirebilirdi.
Tam eve gidicez diye beklediğimiz anda, elimizde yeni bir sorunla kalakalmıştık ; Hirschsprung Hastalığı..
Çoğul gebelik derken ? İkizmiş yani hem de tek yumurta ikizi! Tek yumurta da neymiş ? İşte bunların hepsini öğrendik kardeş! Öğretildik! Tüm bunlar nasıl oldu dersiniz ? Merak ediyorsanız buyrunuz öğreniniz...
29 Mart 2016 Salı
17 Mart 2016 Perşembe
Yoğum Bakıma Giriş A101
Doğum sonrası odaya geldim, zaten hep kendimde olduğum için bir ayılma sürecim olmadı. Bacaklarımı tabii ki hala hissetmiyordum ama hızlı şekilde uyuşukluğum açıldı. 4-5 saat sonra tamamen hissedebilir duruma gelmiştim. Kesilen yerimde koca bir bandaj ve sonda olduğu için zaten yerimden de kalkmam gerekmiyordu. Tabii anestezi aldığım için sonrasındaki tatsız tutsuz çorbalar, kompostolar gelip gidiyordu.
O güne dair canımı yakan tek şey akşamüzeri beni yürütmeleriydi! Arada pansumana geldiler, o da fena diildi ama o odada 1 tur atabilmek için çektiğim acıyı ne sen sor ne ben söyliyim! Bir kolumda annem bir kolumda hemşireyle gözümden yaşlar gele gele odanın bir ucundan diğer ucuna kadar yürüyebildim. Sonrasında zaten iyileşme sürecinde çok da bir ağrım sancım olmadı, herşey yolundaydı. Tabii ki normal hareket edebilmek biraz zaman alıyor, neticede karın bölgesi oturup kalkarken kullanılan bir bölge ve orada dikişler oluyor.
Bebekleri ben odaya geldikten kısa süre sonra yanıma getirdiler. Ben gelene kadar ahali bebekleri bebek odasında seyretmişti zaten, odaya geldiklerinde de mis gibilerdi. Beyaz beyaz tulumları giyinmiş kuşanmış iki minik adam odanın gözdesi oluverdiler. Kucağıma almakta çekinmedim ya da zorlanmadım ama emzirmeyi öğrenmek biraz zaman aldı :) Bebekler biraz da erken doğdukları için emme refleksleri normal zamanda doğan bebeklere göre daha zayıftı. Dolayısıyla iki taraflı bir öğrenme durumu söz konusuydu. Zaten ilk etapta sütüm de gelmediği için olay sadece emzirmenin tekniğini öğrenmekle ilgiliydi.
İlk günümüz ziyaretçilerle, pansumanlarla, bebekleri seyretmekle geçti. Gece yanımda tecrübeli kişi olaraktan annem kaldı. Bebeklerin birini benim diğerini annemin gözü önüne yatırarak geceyi yarı uyur yarı uyanık geçirdik. Zaten hemşireler de sık sık odaya geldiler. Beslenme olayı ise zaten pek süt gelmediği için mama ile devam etmekteydi. Ben de makinayla çektirerek ve de emzirmeyi deneyerek süte yol açmaya çalıştım.


İkinci günümüz biraz sıkıntılı başladı. Bebekler beslenme konusunda biraz sıkıntı çıkarıyorlardı, mamayı da memeyi de reddediyorlardı. Deniz az da olsa alıyordu ama Barış kesinlikle almıyordu ve bir zaman sonra da kusmaya başladı. Öğlen gibi bebekleri yıkayacaklarını söyleyip bize de göstermek için anne-baba takımını bebek odasına çağırdılar. Biz ancak orada çocuk doktoru hanımla adam gibi karşılaşabildik. Ondan önce sadece ilk gün 2 dakikalığına odaya uğradı, "herşey yolunda, daha uzun konuşmak için en yakın zamanda uğrayacağım" dedi ve gitti. İkinci görüşmemiz de bebek odasında bebekler yıkanırken oldu. Orada da bu beslenememe sorunundan bahsettik, sorduk. Bir kan testi yapmamız lazım, sonucuna göre konuşucaz dedi. Ne olabilir peki diye sorduk, çok net cevap alamadık sadece yoğun bakıma gönderebiliriz önlem olarak dedi ve devamını getirmedi.
Odaya çıktık, bebekleri yanımıza getirdiler. Barış yememe durumunun üstüne bir de sarı-yeşil renkte kusmaya başlamıştı. Akşam 6 gibi kan tesleri de geldikten sonra nöbetçi çocuk doktoru geldi ve bebekleri yoğun bakıma almamız gerektiğini söyledi. Beslenemedikleri için kan şekeri düşme durumu olabilirdi ve daha ileri tetkikler yapılması gerekebilirdi. Durum pek bir muallaktayken bebekler yan hastanenin (Şişli Florence Nightingale) bebek yoğun bakım ünitesine götürüldü. Bu arada da bir takım saçmalıklar oldu tabii. Biz giderken bize haber verin biz de gelicez dedik, tamam dediler. Sonra sorduğumuzda bebekler gitmişti bile. Neymiş efendim bizi aramışlar da odanın telefonu cevap vermemiş! Kardeşim bir kat yukarı çıkıp odaya gelemiyor musunuz ? Neyse işte birtakım tartışmalar falan ama neticede iki bebeğimizi de yan hastaneye yoğun bakıma yolladık.
İkinci gecemizi bebeklerden ayrı geçirdik. Biz annemle bir odada, onlar yan hastanede küvezdeydiler. Ben 2-3 saatte bir görmeye gittim, sağabildiğim sütü götürdüm ya da emzirmeye çalıştım. Deniz'in durumu toparlanıyordu fakat Barış hala beslenmeyi reddettiği için serum taktılar. Mideden gelen sarı sıvıyı dışarı alabilmek için de midesine burundan bir hortum indirildi ve tetkikler yapılmaya devam edildi.
Üçüncü gün Deniz'i emzirmeyi başardım ama tabii gelen süt çok az. Hemen hastane tipi bir sağma makinası kiraladım. Zira onların çekme gücü daha kuvvetli olduğu için daha faydalıymış. Barış'ın durumuysa stabil, çocuk hala beslenemiyordu ve serum vermeye devam ediyorlardı. Bu arada günlerden 29 Ekim olması sebebiyle doktorlar izinde, nöbetçi doktorlar var. Yoğun Bakım'ın sorumlu doktoru Şükran Hanım'ın uzaktan da olsa durumu takip ettiğini söylediler, biraz bekleyip durumunu takip edicez dediler. Bu arada doğum doktorum Herman Bey'le görüştüm, o da Şükran Hanım'la konuştu durumla ilgili bilgi alıp bana geri döndü. Durum kontrol altında merak etmeyin, tetkikler yapılıyor, ne olduğunu anlıycaz dediler.
Neticede bebeklerin hayatta üçüncü, yoğun bakımdaki ikinci günlerinde onları orada bırakıp eve dönmek zorunda kaldık. Deniz'in durumu iyi olsa da Şükran Hanım görmeden çıkartmak istemediler, biz de onun için iyi olacaksa kalsın tabii dedik. Gece 12'ye kadar hastanede kaldık, ara ara görmeye gittik, gece de annem, ben, kocam eve döndük..
İki gün önce evden 3 kişi çıkarken dönüşte 5 kişi olmayı planlamıştık. Fakat hayat bize başka planlar yapmıştı. Odalarının kapısını usulca kapatıp, kendimde kalmaya çalışarak yatağa girdim. Benim başka bir misyonum daha vardı ; süt vermek! Ve üzüntü sütün gelmesini engelleyebilecek unsurlardan en önemlisiydi. Dolayısıyla üç günlük anne olarak yoğun bakımda kalan bebeklere üzülmeyi kesmeli ve sütüme odaklanmalıydım. Sonuçta hastanede kontrol altındalardı ve benim sütün onlara en iyi gelecek şeydi.. İşte annelik benim için o gün başlamıştı..
O güne dair canımı yakan tek şey akşamüzeri beni yürütmeleriydi! Arada pansumana geldiler, o da fena diildi ama o odada 1 tur atabilmek için çektiğim acıyı ne sen sor ne ben söyliyim! Bir kolumda annem bir kolumda hemşireyle gözümden yaşlar gele gele odanın bir ucundan diğer ucuna kadar yürüyebildim. Sonrasında zaten iyileşme sürecinde çok da bir ağrım sancım olmadı, herşey yolundaydı. Tabii ki normal hareket edebilmek biraz zaman alıyor, neticede karın bölgesi oturup kalkarken kullanılan bir bölge ve orada dikişler oluyor.
Bebekleri ben odaya geldikten kısa süre sonra yanıma getirdiler. Ben gelene kadar ahali bebekleri bebek odasında seyretmişti zaten, odaya geldiklerinde de mis gibilerdi. Beyaz beyaz tulumları giyinmiş kuşanmış iki minik adam odanın gözdesi oluverdiler. Kucağıma almakta çekinmedim ya da zorlanmadım ama emzirmeyi öğrenmek biraz zaman aldı :) Bebekler biraz da erken doğdukları için emme refleksleri normal zamanda doğan bebeklere göre daha zayıftı. Dolayısıyla iki taraflı bir öğrenme durumu söz konusuydu. Zaten ilk etapta sütüm de gelmediği için olay sadece emzirmenin tekniğini öğrenmekle ilgiliydi.
İlk günümüz ziyaretçilerle, pansumanlarla, bebekleri seyretmekle geçti. Gece yanımda tecrübeli kişi olaraktan annem kaldı. Bebeklerin birini benim diğerini annemin gözü önüne yatırarak geceyi yarı uyur yarı uyanık geçirdik. Zaten hemşireler de sık sık odaya geldiler. Beslenme olayı ise zaten pek süt gelmediği için mama ile devam etmekteydi. Ben de makinayla çektirerek ve de emzirmeyi deneyerek süte yol açmaya çalıştım.
İkinci günümüz biraz sıkıntılı başladı. Bebekler beslenme konusunda biraz sıkıntı çıkarıyorlardı, mamayı da memeyi de reddediyorlardı. Deniz az da olsa alıyordu ama Barış kesinlikle almıyordu ve bir zaman sonra da kusmaya başladı. Öğlen gibi bebekleri yıkayacaklarını söyleyip bize de göstermek için anne-baba takımını bebek odasına çağırdılar. Biz ancak orada çocuk doktoru hanımla adam gibi karşılaşabildik. Ondan önce sadece ilk gün 2 dakikalığına odaya uğradı, "herşey yolunda, daha uzun konuşmak için en yakın zamanda uğrayacağım" dedi ve gitti. İkinci görüşmemiz de bebek odasında bebekler yıkanırken oldu. Orada da bu beslenememe sorunundan bahsettik, sorduk. Bir kan testi yapmamız lazım, sonucuna göre konuşucaz dedi. Ne olabilir peki diye sorduk, çok net cevap alamadık sadece yoğun bakıma gönderebiliriz önlem olarak dedi ve devamını getirmedi.
Odaya çıktık, bebekleri yanımıza getirdiler. Barış yememe durumunun üstüne bir de sarı-yeşil renkte kusmaya başlamıştı. Akşam 6 gibi kan tesleri de geldikten sonra nöbetçi çocuk doktoru geldi ve bebekleri yoğun bakıma almamız gerektiğini söyledi. Beslenemedikleri için kan şekeri düşme durumu olabilirdi ve daha ileri tetkikler yapılması gerekebilirdi. Durum pek bir muallaktayken bebekler yan hastanenin (Şişli Florence Nightingale) bebek yoğun bakım ünitesine götürüldü. Bu arada da bir takım saçmalıklar oldu tabii. Biz giderken bize haber verin biz de gelicez dedik, tamam dediler. Sonra sorduğumuzda bebekler gitmişti bile. Neymiş efendim bizi aramışlar da odanın telefonu cevap vermemiş! Kardeşim bir kat yukarı çıkıp odaya gelemiyor musunuz ? Neyse işte birtakım tartışmalar falan ama neticede iki bebeğimizi de yan hastaneye yoğun bakıma yolladık.
İkinci gecemizi bebeklerden ayrı geçirdik. Biz annemle bir odada, onlar yan hastanede küvezdeydiler. Ben 2-3 saatte bir görmeye gittim, sağabildiğim sütü götürdüm ya da emzirmeye çalıştım. Deniz'in durumu toparlanıyordu fakat Barış hala beslenmeyi reddettiği için serum taktılar. Mideden gelen sarı sıvıyı dışarı alabilmek için de midesine burundan bir hortum indirildi ve tetkikler yapılmaya devam edildi.
Üçüncü gün Deniz'i emzirmeyi başardım ama tabii gelen süt çok az. Hemen hastane tipi bir sağma makinası kiraladım. Zira onların çekme gücü daha kuvvetli olduğu için daha faydalıymış. Barış'ın durumuysa stabil, çocuk hala beslenemiyordu ve serum vermeye devam ediyorlardı. Bu arada günlerden 29 Ekim olması sebebiyle doktorlar izinde, nöbetçi doktorlar var. Yoğun Bakım'ın sorumlu doktoru Şükran Hanım'ın uzaktan da olsa durumu takip ettiğini söylediler, biraz bekleyip durumunu takip edicez dediler. Bu arada doğum doktorum Herman Bey'le görüştüm, o da Şükran Hanım'la konuştu durumla ilgili bilgi alıp bana geri döndü. Durum kontrol altında merak etmeyin, tetkikler yapılıyor, ne olduğunu anlıycaz dediler.
Neticede bebeklerin hayatta üçüncü, yoğun bakımdaki ikinci günlerinde onları orada bırakıp eve dönmek zorunda kaldık. Deniz'in durumu iyi olsa da Şükran Hanım görmeden çıkartmak istemediler, biz de onun için iyi olacaksa kalsın tabii dedik. Gece 12'ye kadar hastanede kaldık, ara ara görmeye gittik, gece de annem, ben, kocam eve döndük..
İki gün önce evden 3 kişi çıkarken dönüşte 5 kişi olmayı planlamıştık. Fakat hayat bize başka planlar yapmıştı. Odalarının kapısını usulca kapatıp, kendimde kalmaya çalışarak yatağa girdim. Benim başka bir misyonum daha vardı ; süt vermek! Ve üzüntü sütün gelmesini engelleyebilecek unsurlardan en önemlisiydi. Dolayısıyla üç günlük anne olarak yoğun bakımda kalan bebeklere üzülmeyi kesmeli ve sütüme odaklanmalıydım. Sonuçta hastanede kontrol altındalardı ve benim sütün onlara en iyi gelecek şeydi.. İşte annelik benim için o gün başlamıştı..
15 Mart 2016 Salı
Doğurmaya Gidiyoruz Hobarey!
Ekim ayı içerisinde kontrollerimiz artık haftada 1'e kadar düştü. Ha geldi ha gelecek derken günler günleri kovaladı. Her seferinde doktor doğum için gün verecek diye gittim fakat 21 Ekim'e kadar doktorum "bugün git haftaya gel" demeye devam etti. 21 Ekim'deki kontrolde artık 27 Ekim sabahı için netleştik ve hastane rezervasyonlarımızı yaptırdık. Koyduğumuz tarih öncesinde bebeklerin bir atak yapmayacağını umarak son günlerimize giriş yaptık.
Son 2 güne kadar herşey yolundaydı, sırt ve bel ağrılarım en azından katlanılabilir seviyedeydi diyebilirim. Fakat pazar ve pazartesi günleri artık ne yana dönsem ağrıyan kemik ve kas bütünü oldum. Yataktan kalk, koltuğa yat, ordan kalk öbür koltuğa otur, sağa dön, sola dön derken acılar içindeki o son 2 günü nasıl geçirdim bir ben bilirim bir de annem.
27 Ekim salı sabahı 5:30'da ekip olarak yola koyulduk ve 6:00'da hastanedeydik. Aslında doğum saati olarak 8 demiştik, doktor en geç 7'de hastanede ol demişti. Fakat Kadıköy'den Şişli'ye bir haftaiçi sabahı trafik hesaba katıldığında, bir de bu konuda ekstra takıntılı kocam da işin içine girdiğinde sabah 6'da kendimizi hastanede bulduk. Hastane ekibi : ben, kocam, annem, kayınvalide, kayınpeder.
Sonunda günlerdir kapağı açık duran kırmızı valizimin kapağı kapandı ve 27 Ekim salı saat 05:30'da 2 kişi olduğumuz evimize 4 kişi dönmek üzere yola çıktık.
Hastanede bizimle aynı anda gelen bir hamile bayan daha vardı, sanırım benden önce o doğuracaktı. Ekipler yandan yandan birbirini süzerken minik selamlaşmalar ve gülümsemelerle önce onlar sonra da biz odamızın yolunu tuttuk. İstanbul Florence Nightingale 307 numaralı odayı yarı suit olması sebebiyle öncede ayırtmıştık zira herkes ziyarete gelenler hödöö diye direk hamileyle karşılaşmasınlar diye mümkün olursa suit oda almamızı tavsiye etmişti. İyi de etmişler, memnun kaldık.
Odamıza çıktık yerleştik ve beklemeye başladık. Tabii ben aç susuz beklediğim için biraz da bitkinlik vardı üstümde. İkiz doğururken sezeryan mecburi değil tabii ki de ama bizim tek keselileri normal doğumla doğurmak riskli olacağı için doğum yöntemimiz zaten sezeryan olacaktı. Ben de tamamen uyutulmak istemedim, epidural yapalım dedim. Doktorumuz da durumu uygun gördü. Saat 8:00 gibi beni almaya geldiler, sedyeyle ameliyathaneye doğru yola çıktık.
Sedyede yatar haldeyken hastane koridorlarından geçmek tam bir film sahnesi gibiydi. Tavandaki ışıklar, yanımdan geçen insanlar, ameliyathane girişinden itibaren yeşil önlüklü ve rengarenk bandanalı doktorlar, hemşireler ve daha bilmediğim kimler kimler.. Uzun yolun sonunda ameliyathaneye girdik, Herman Bey de ekibiyle ordaydı. O da nesi ? İçerde 15 kişi falan var. Dedim heralde bunlar hazırlık için burdalar ya da daha operasyon başlamadığı için girip çıkıyorlar.. Hahaaa meğer hepsi doğum ekibiymiş! Resmen "biri tuttu, biri iğne batırdı, biri ilça verdi, biri monitöre baktı, biri doğurttu, biri bebeği aldı..." diye uzaytabilecek işlemlerin her biri için ayrı kişi varmış!
Önce epidural için sırtımda giriş yolu açıldı. Bir doktor hareket etmemem için beni önden tuttu, diğeri de sırtımda bişeyler açtı. Acısı derseniz çok anlık ve azcık bir acıdır hatırımda kalan. Sanırsam kan alınırkenki iğne giriş hissinden hallice birşey. Bir süre sonra da açılan yerden iğneyle ilaç verilince bende yavaştan uyuşukluk başladı. Belimden aşağısı hafif bir karıncalanma hissiyle başlayan ve hissizlikle sonuçlanan 2-3 dakikanın içinde artık operasyona hazırdı. Kafamın önüne de bir mavi örtüyle perde çekildii, kocamı da içeri aldılaaar ve başladılar.
Başladılar derken kimse bana başlıyoruz falan da demedi, ben de bişey hissetmedim aslında :) Ama baktım herkes toplaştı, bi ittirme kaktırma işlemi başadı, dedim heralde başadılar. İttirme kaktırma dediysem de öyle anlaşılır birşey de değil yani. En ufak bir acı yok! 2-3 dakika içinde de ilk çığlık duyuldu zaten! O arada biz kocamla perde arkasında sohbetteyiz yani o kadar hızlı olacağını hiç beklemiyorduk. İlk çığlık ağlamaya dönüp yankılanmaya devam ederken, kardeşinin çığlığı da araya girdi. Anlıyacağınız ortalık çığlık kıyamet! :)
Yanlış hatırlamıyorsam birkaç dakika içinde de bebeklerin ilk temizliklerini yapıp yanımıza getirdiler. Birini bir yanağıma diğerini diğer yanağıma yanaştırdılar, hayata ilk pozumuzu verdik ve bebek odasına doğru yola çıktılar. Onların ardından kocamı da dışarı aldılar ve anladığım kadarıyla dikiş işlemi başladı. Doğum sırasında üstümden büyük bit yük kalkmış gibi hissettim, ama gerçek anlamda :) Yani o koca göbeğimin bir anda iniverdiğini hissettim resmen. Bebeklerin sesini duymaksa enteresan bir deneyimdi. Aylardır içimdeki adamlarla hep uzaktan ve tek taraflı sohbet ederken, 1 dakika içinde bana aylardır söyleyemediklerini bağırır gibilerdi. :)
Bir grup insan ameliyathaneden çıktıktan sonra benim de ağzıma bir ağızlık verildi (ay onun adı ne hiç bilmiyorum). Nefes alın biraz sakinleşin dediler. Meğer gazı basmışlar ayol, hooop diye uykuya dalıverdim :) Kendime geldiğimde sedyeyle ayılma alanındaydım, hemen sonrasında ise odaya çıkardılar. Toplam 1,5 saat içinde herşey oluvermiş ve doğum sağlıkla gerçekleşmişti.
Ya da aslında herşey yeni başlıyordu...
Son 2 güne kadar herşey yolundaydı, sırt ve bel ağrılarım en azından katlanılabilir seviyedeydi diyebilirim. Fakat pazar ve pazartesi günleri artık ne yana dönsem ağrıyan kemik ve kas bütünü oldum. Yataktan kalk, koltuğa yat, ordan kalk öbür koltuğa otur, sağa dön, sola dön derken acılar içindeki o son 2 günü nasıl geçirdim bir ben bilirim bir de annem.
27 Ekim salı sabahı 5:30'da ekip olarak yola koyulduk ve 6:00'da hastanedeydik. Aslında doğum saati olarak 8 demiştik, doktor en geç 7'de hastanede ol demişti. Fakat Kadıköy'den Şişli'ye bir haftaiçi sabahı trafik hesaba katıldığında, bir de bu konuda ekstra takıntılı kocam da işin içine girdiğinde sabah 6'da kendimizi hastanede bulduk. Hastane ekibi : ben, kocam, annem, kayınvalide, kayınpeder.
Sonunda günlerdir kapağı açık duran kırmızı valizimin kapağı kapandı ve 27 Ekim salı saat 05:30'da 2 kişi olduğumuz evimize 4 kişi dönmek üzere yola çıktık.
Hastanede bizimle aynı anda gelen bir hamile bayan daha vardı, sanırım benden önce o doğuracaktı. Ekipler yandan yandan birbirini süzerken minik selamlaşmalar ve gülümsemelerle önce onlar sonra da biz odamızın yolunu tuttuk. İstanbul Florence Nightingale 307 numaralı odayı yarı suit olması sebebiyle öncede ayırtmıştık zira herkes ziyarete gelenler hödöö diye direk hamileyle karşılaşmasınlar diye mümkün olursa suit oda almamızı tavsiye etmişti. İyi de etmişler, memnun kaldık.
Odamıza çıktık yerleştik ve beklemeye başladık. Tabii ben aç susuz beklediğim için biraz da bitkinlik vardı üstümde. İkiz doğururken sezeryan mecburi değil tabii ki de ama bizim tek keselileri normal doğumla doğurmak riskli olacağı için doğum yöntemimiz zaten sezeryan olacaktı. Ben de tamamen uyutulmak istemedim, epidural yapalım dedim. Doktorumuz da durumu uygun gördü. Saat 8:00 gibi beni almaya geldiler, sedyeyle ameliyathaneye doğru yola çıktık.
Sedyede yatar haldeyken hastane koridorlarından geçmek tam bir film sahnesi gibiydi. Tavandaki ışıklar, yanımdan geçen insanlar, ameliyathane girişinden itibaren yeşil önlüklü ve rengarenk bandanalı doktorlar, hemşireler ve daha bilmediğim kimler kimler.. Uzun yolun sonunda ameliyathaneye girdik, Herman Bey de ekibiyle ordaydı. O da nesi ? İçerde 15 kişi falan var. Dedim heralde bunlar hazırlık için burdalar ya da daha operasyon başlamadığı için girip çıkıyorlar.. Hahaaa meğer hepsi doğum ekibiymiş! Resmen "biri tuttu, biri iğne batırdı, biri ilça verdi, biri monitöre baktı, biri doğurttu, biri bebeği aldı..." diye uzaytabilecek işlemlerin her biri için ayrı kişi varmış!
Önce epidural için sırtımda giriş yolu açıldı. Bir doktor hareket etmemem için beni önden tuttu, diğeri de sırtımda bişeyler açtı. Acısı derseniz çok anlık ve azcık bir acıdır hatırımda kalan. Sanırsam kan alınırkenki iğne giriş hissinden hallice birşey. Bir süre sonra da açılan yerden iğneyle ilaç verilince bende yavaştan uyuşukluk başladı. Belimden aşağısı hafif bir karıncalanma hissiyle başlayan ve hissizlikle sonuçlanan 2-3 dakikanın içinde artık operasyona hazırdı. Kafamın önüne de bir mavi örtüyle perde çekildii, kocamı da içeri aldılaaar ve başladılar.
Başladılar derken kimse bana başlıyoruz falan da demedi, ben de bişey hissetmedim aslında :) Ama baktım herkes toplaştı, bi ittirme kaktırma işlemi başadı, dedim heralde başadılar. İttirme kaktırma dediysem de öyle anlaşılır birşey de değil yani. En ufak bir acı yok! 2-3 dakika içinde de ilk çığlık duyuldu zaten! O arada biz kocamla perde arkasında sohbetteyiz yani o kadar hızlı olacağını hiç beklemiyorduk. İlk çığlık ağlamaya dönüp yankılanmaya devam ederken, kardeşinin çığlığı da araya girdi. Anlıyacağınız ortalık çığlık kıyamet! :)
Yanlış hatırlamıyorsam birkaç dakika içinde de bebeklerin ilk temizliklerini yapıp yanımıza getirdiler. Birini bir yanağıma diğerini diğer yanağıma yanaştırdılar, hayata ilk pozumuzu verdik ve bebek odasına doğru yola çıktılar. Onların ardından kocamı da dışarı aldılar ve anladığım kadarıyla dikiş işlemi başladı. Doğum sırasında üstümden büyük bit yük kalkmış gibi hissettim, ama gerçek anlamda :) Yani o koca göbeğimin bir anda iniverdiğini hissettim resmen. Bebeklerin sesini duymaksa enteresan bir deneyimdi. Aylardır içimdeki adamlarla hep uzaktan ve tek taraflı sohbet ederken, 1 dakika içinde bana aylardır söyleyemediklerini bağırır gibilerdi. :)
Bir grup insan ameliyathaneden çıktıktan sonra benim de ağzıma bir ağızlık verildi (ay onun adı ne hiç bilmiyorum). Nefes alın biraz sakinleşin dediler. Meğer gazı basmışlar ayol, hooop diye uykuya dalıverdim :) Kendime geldiğimde sedyeyle ayılma alanındaydım, hemen sonrasında ise odaya çıkardılar. Toplam 1,5 saat içinde herşey oluvermiş ve doğum sağlıkla gerçekleşmişti.
Ya da aslında herşey yeni başlıyordu...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)