23 Ocak 2016 Cumartesi

Ani Gelişen Stres Anıyla Başa Çıkmak - 10 Ekim Ankara Saldırısı

Doğuma yaklaşırken bütün ahalinin tek derdi beni stresten uzak tutmak! Aman gerilme, ama iyi beslen, aman yorulma, aman uykusuz kalma. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik derken son dakikada patlamayalım diye Ekim ayı itibariyle herkes dikkat kesildi. Telefonlar sürekli açık tutulmaya ve acil durum planları yapılmaya başlandı.

İşte tam böyle bir zamanda, 10 Ekim sabahı tam da evden çıkmadan önce hazırlanırken twitter üzerinden haberlere göz gezdiriyordum. Ankara'daki patlamanın haberini okudum, içimden bir sıcaklık aktı. Barış mitingindeki patlamada çok sayıda ölü ve yaralı vardı ve aslında karnım burnumda olmasa benim bile orada olabileceğim bir toplanmaydı. Aklıma babam geldi ve en son ne zaman konuştuk acaba diye geçirdim içimden bir an, oraya gitmiş olabilir mi diye düşündüm. Sonraki saniyede telefon babama bağlanmak üzereydi.

Telefonu açana kadar geçen 5-10 saniyelik sürede kalp atışlarım hızlandı. Neyse ki telefon açıldı ve babamın sesini duydum. "Babacım nerdesin?" sorusunun cevabı "İbni Sina Hastanesinde acildeyim kızım iyiyim, belden aşağısında ufak bir problem var birazdan müdahale edilecek merak etme. Sarjım az ben seni ararım." oldu. İçerden konuşmayı duyan ve olayı bildiği halde organize şekilde öğrenmemem için televizyonu bile açmayan kocam ve annem tuvaletin kapısına koştular. Sakinleşmemiz, olayı idrak etmemiz biraz zaman aldı tabii. Neyse ki babam hayattaydı ama bacağındaki hasarla ilgili farklı kişilerden farklı bilgiler geliyordu. Normalde hemen atlayıp Ankara'ya gitmem gerekirken, burnuma varmış olan karnım ve içindeki iki canlı kişilik beni İstanbul'a hapsetti!

Babam 10 günde geçirdiği iki operasyonun sonunda, sol bacağında diz ile bilek arasındaki parçalı kırıklar eksternal fiksatör yöntemiyle sabitlendi. Sonrasında ambulans ile İstanbul'a evine getirildi ve sonunda görmeye gidebildik! 10 gün boyunca stresten doğurmamak için kendimle mücadele ettim. Gerginlik çocuklara yansır mı, acaba hissederler mi, babamı da göremedim ama acaba gerçekten iyi mi gibisinden sorular kafamda uçuşurken bana kalan evde oturmak ve sakinleşmeye çalışmak oldu. Ankara ile canlı telefon bağlantıları yoluyla iletişime devam ettik, neyse ki sorunsuz şekilde hastaneden çıkış yaptı ve evine geldi babam.

Patlama sebebiyle kulaklarının birinde geçici, diğerinde tedavi gerektiren işitme kaybı yaşadı babacım. Dolayısıyla telefonda konuşmak da çok kolay olmuyordu. İstanbul'a geldiği gibi soluğu yanında aldık tabii. Patlama sırasında yanında olan 14 arkadaşını kaybedip, belki de onlar sayesinde sadece bacağından yaralanarak hayatta kalabilen babamın tedavisi halen sürüyor. 3 aydır evinden çıkamıyor, fiksatörlerin çıkarılması için kemiklerin kaynaması bekleniyor. Öncesinde sürekli hareket halinde olan bir adamın da aylarca eve kapanması, bacağında demirlerle yaşaması adeta hücre hapsi gibi! Yine de hala aynı avuntuya sığınıyoruz ; neyse ki hayatta!

Birleşik Taşımacılık Sendikası'nın kurucu üyelerinden olan babam, o gün de daha önceki çok kereler gibi Barış için sesini duyurmaya gitmişti. Tam da garın önünde sendikadan arkadaşlarıyla sohbet ederken ilk patlama yanıbaşlarında olmuş. Bacaklarından aldığı darbe ile yere düşmüş ve adeta bir can pazarının ortasında kalakalmış. Üstelik yanıbaşındaki kan revan içindeki, hatta parçalanmış vücutlar da yıllardır ortak mücadele içindeki arkadaşları.. Sonrasındaki kaosu zaten hepimiz televizyonlardan izledik. Polisin yaralıların ortasına attığı gaz bombası, pankartların üzerinde ambulanslara taşınan yaralılar... İlk müdahaleyi yapan sağlık emekçileri ise ordan oraya koşturup herkese o ilk yardımı ulaştırma çabasındaymış. Ameliyata alınana kadar ara ara uyku ve baygınlık hali arasında gidip gelen babamı "aman sakın uyumayın, direnin" uyarıları ayakta tutmuş. Çünkü kendisi tam bir direnişçidir!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder