Doğum iznine ayrıldığımda ilk yaptığım şey hastane çantasını hazır etmek oldu. Zira acil bir durum olur da hemen gitmek gerekir diye el altında bulundurulması gerekiyormuş. İlk defa doğum yapan birisi olarak da çanta içeriği ile ilgili çevremde yakın zamanda doğum yapmışlardan, kitaplar ve internetten yardım aldım. Ama en çok faydalandığım, birkaç elden geçerek bana gelmiş bir excel dosyası oldu. Hatta benden sonra da sıradaki iki kişiye daha o listeyi gönderdim.
Bir de tabii çocukların odalarında birtakım eksikler vardı, onları da bu sırada tamamladık. Alışverişimizin büyük bölümünü Ebebek Çamlıca mağazasından tek seferde yaptık. Herşeyi tek yerde bulabileceğiniz bebek mağazaları dolu! Ben kendim bizzat hastane çantama şunları koydum ;
* 1 gecelik takımı, 1 pijama takımı : Pijamamı annem almıştı, geceliğimi de Aslı arkadaşım hediye etmişti. Sezeryan olacağım için pijama giyebilir miyim acaba diye düşünmüştüm ama gayet giyebilirmişim. Zaten bu takımlar doğum için olduğundan altların beli yüksek ve sezeryan kesiği de oldukça aşağıda. Dolayısıyla alt-üst pijama da giyilebiliyor.
* Terlik, çorap ve emzirme sütyeni : Oysho'dan aldım. Mağazalarında gezince bulamıyorsunuz, görevli arkadaşlar sormanız lazım. Neden askılarda yok onu da hiç anlamadım ama aldıklarımdan gayet memnun kaldım. Gecelikleri de vardı hatta ama ben çoktan onları tamamlamış bulunmuştum o ara.
* Göğüs pedi, göğüs kalkanı, silikon meme başı : Pedi kullandım ama kalkanı hastane çantasına koymasam da olurmuş. İlerde çok lazım oldu ama iki günlük bebeğin göğsümü yara yapma ihtimali zaten yokmuş :) Silikon meme başını da kullanmadım, emme güçlüğü olmadı.
* Hastane kapı süsü : Bu işin bir sektör olduğunu hiç bilmiyordum! İnternetten araştırdım değişik, keçeden yapılan şirin şeyler buldum ama 1 ay sonra teslim edebileceklerini söylediler. Hastane odası için da başka herhangi bir süs almadığımdan bari kapı şeysi olsun dedim. Sonra Kadıköy'deki HanımınEli diye bir yere sipariş verdim, yeri Şifa Hastanesi'nin tam karşısında. Onların da ellerinde acaip siparişleri vardı, rica minnet 20 günde anca verebildiler. Demem o ki kapı süsü işini son dakikaya bırakmayın! Sektör çok yoğun çalışıyo.
* Bebekler için hastane çıkışı takımları : Her yede "hastane çıkışı" diye satılıyo zaten. Bebek başına 2 adet koyduk ama gerek yokmuş. Çıkana kadar hastane kendi tulumlarını giydirdi zaten. 1 takım yetermiş.
* Lansinoh göğüs ucu kremi : Güzel ve evde kullanılan bişi ama hastanede kullanmadım. Bir de hastanede de verdiler zaten. Hediye paket gibi bişi verdiler, onun içinde vardı.
* Bebek başına 1 biberon 1 emzik ve bebek bezi : Hastane çantasına koymaya gerek yokmuş çünkü eve gelince kullanıyoruz. Boşuna taşımışım. Bebek bezini de kullanmadım, çıkana kadar zaten hemşireler değiştiriyor bebeklerin altını.
* Hastaneden çıkarken giyilecek kıyafet : Hastaneye giderken koca bir göbekle çıkarken göbeksiz olacağımdan lazım olur mu diye düşünmüştüm ama yine o bol elbiselerimden birisini aldım. Zaten yataktan kalkıp, arabaya binip eve geldik. Pijamamla bile çıkabilirmişim.
* Makyaj çantası, diş fırçası ve macunu, jöle : Doğum fotoğrafçısı kullanmadım ama yine de doğum çıkışında hafif bir makyaj yaptım gelen giden olduğu için. Bir de aslında kendimi iyi hissetmek için. Jöle de çok gereksizmiş. Zaten 2 gün kalıp çıktık ve yıkanmadım bile.
* Banyo malzemesi (şampuan, duş jeli vs.) : Heralde hastaneye yerleşeceğimi düşünmüştüm. Çok lüzumsuz, zaten ameliyatlısın, banyo mu yapıcan bi de ?
Yani aslında ikiz doğurmak için hastaneye giderken fazladan alınacak 2 şey olabilir ; Bebekler için hastane çıkışı takımı ve araba koltuğu. Onun dışında zaten anne 1 tane olduğu için çanta aynı çanta.
Benimle ülkeler gezen kırmızı valizim bu sefer de hastane yolculuğunda bana eşlik etti. 20 gün önceden hazır ettim ama neyse ki acil bir durum olmadı ve hastaneye planlı gittik.
Alışverişi tek seferde ve son ayda yaptığım için çok memnunum. Abartmaya gerek yokmuş. Yaptım listemi, gittim aldım geldim.
Çoğul gebelik derken ? İkizmiş yani hem de tek yumurta ikizi! Tek yumurta da neymiş ? İşte bunların hepsini öğrendik kardeş! Öğretildik! Tüm bunlar nasıl oldu dersiniz ? Merak ediyorsanız buyrunuz öğreniniz...
24 Ocak 2016 Pazar
23 Ocak 2016 Cumartesi
İsimlerini Ne Koysak ?
İnsanlar sevgililik ilişkilerinin herhangi bir yerinde "çocuğumuz olursa adını ne koyarız?" muhabbetini yapar. Bunun için evli olmanız, hatta çocuk yapmayı düşünmeniz bile gerekmez bazen. Genel geçer bir muhabbettir yani.
Bizim için de oğlumuz olursa adını Barış Ali, kızımız olursa Nefes koyalım ile karara bağlanan bir muhabbet vardı vakti zamanında. Doğmamış çocuğa don biçmek tam da böyle birşey! Amaaaa işte iki tane oğlumuz olursa isimlerini ne koyarız diye hiç düşünmemiştik :)
Barış Ali Tarsus ismi kulağa tamlama ahenginde geldiği için çok sevmiştik. Fakat diğerinin adını ne koymalı ? Başlarda tamamen başka isimler üzerine de düşündük. Kafiyeli mi olsa yoksa tamamen bağımsız mı olsa diye geçirdik aklımızdan. İlk kaararımız birbirini tamamlayan Can-Cem, Efe-Ege gibi isimlerle ilerlememek oldu. (Ki ben özellikle Efe-Ege isimlerini çok severim.). Dedik ki Barış Ali kalsın, ona uygun bir ikinci isim bulalım. Neticede ikinci velet için de Deniz Ali isminde karar kıldık. Yani ne isimler kafiyeli oldu, ne de iki bağımsız isim oldu. Hem iki bağımsız, hem de bağımlı..
Bu aralar pek yaygın olan "İngilizce'de telafuzu zor olmasın" durumuna ise hiç takılmadık. Yurtdışında birisi adına Sea desin birisi Peace desin. Ya da demesin, normal adını kullansın arkadaş bana ne onu da mı ben düşünücem ? :)
Pekiiii hangisi Barış Ali, hangisi Deniz Ali olacak ? Kendimizce kiloda önde olana BarışAli dedik. İçimdeki yerleşimde BarışAli solda, DenizAli sağdaydı. BarışAli biraz daha geniş yer kaplıyordu ve yerleşim şekli itibariyle hareketlerini daha net algılıyordum. DenizAli ise biraz daha dar bir alandaydı. Aralarındaki kilo farkı çok fazla olmamakla birlikte hiç eşitlenmediler. Dolayısıyla bizim için isimlerde doğum sırası değil, kilo ana unsurdu ve bu şekilde takip edebiliyorduk.
Karnımdaki yerleşimlerinden dolayı ağırlıklı olarak BarışAli'nin hareketlerini hissettiğimiz için bize hep BarışAli baskın karakter, DenizAli ise içerde biraz sıkışık olan ve biraz daha sakin bir karaktermiş gibi gelirdi. Ama gece sağ tarafıma yattığımda da DenizAli'den okkalı bir tekme yerdim. ( Bu konuya doğum sonrasında tekrar değinicem, fena halde ters köşe olduk!)
İki adet beyfendi için isimlerimiz de hazırdı artık ; BarışAli ve DenizAli
Bizim için de oğlumuz olursa adını Barış Ali, kızımız olursa Nefes koyalım ile karara bağlanan bir muhabbet vardı vakti zamanında. Doğmamış çocuğa don biçmek tam da böyle birşey! Amaaaa işte iki tane oğlumuz olursa isimlerini ne koyarız diye hiç düşünmemiştik :)
Barış Ali Tarsus ismi kulağa tamlama ahenginde geldiği için çok sevmiştik. Fakat diğerinin adını ne koymalı ? Başlarda tamamen başka isimler üzerine de düşündük. Kafiyeli mi olsa yoksa tamamen bağımsız mı olsa diye geçirdik aklımızdan. İlk kaararımız birbirini tamamlayan Can-Cem, Efe-Ege gibi isimlerle ilerlememek oldu. (Ki ben özellikle Efe-Ege isimlerini çok severim.). Dedik ki Barış Ali kalsın, ona uygun bir ikinci isim bulalım. Neticede ikinci velet için de Deniz Ali isminde karar kıldık. Yani ne isimler kafiyeli oldu, ne de iki bağımsız isim oldu. Hem iki bağımsız, hem de bağımlı..
Bu aralar pek yaygın olan "İngilizce'de telafuzu zor olmasın" durumuna ise hiç takılmadık. Yurtdışında birisi adına Sea desin birisi Peace desin. Ya da demesin, normal adını kullansın arkadaş bana ne onu da mı ben düşünücem ? :)
Pekiiii hangisi Barış Ali, hangisi Deniz Ali olacak ? Kendimizce kiloda önde olana BarışAli dedik. İçimdeki yerleşimde BarışAli solda, DenizAli sağdaydı. BarışAli biraz daha geniş yer kaplıyordu ve yerleşim şekli itibariyle hareketlerini daha net algılıyordum. DenizAli ise biraz daha dar bir alandaydı. Aralarındaki kilo farkı çok fazla olmamakla birlikte hiç eşitlenmediler. Dolayısıyla bizim için isimlerde doğum sırası değil, kilo ana unsurdu ve bu şekilde takip edebiliyorduk.
Karnımdaki yerleşimlerinden dolayı ağırlıklı olarak BarışAli'nin hareketlerini hissettiğimiz için bize hep BarışAli baskın karakter, DenizAli ise içerde biraz sıkışık olan ve biraz daha sakin bir karaktermiş gibi gelirdi. Ama gece sağ tarafıma yattığımda da DenizAli'den okkalı bir tekme yerdim. ( Bu konuya doğum sonrasında tekrar değinicem, fena halde ters köşe olduk!)
İki adet beyfendi için isimlerimiz de hazırdı artık ; BarışAli ve DenizAli
Ani Gelişen Stres Anıyla Başa Çıkmak - 10 Ekim Ankara Saldırısı
Doğuma yaklaşırken bütün ahalinin tek derdi beni stresten uzak tutmak! Aman gerilme, ama iyi beslen, aman yorulma, aman uykusuz kalma. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik derken son dakikada patlamayalım diye Ekim ayı itibariyle herkes dikkat kesildi. Telefonlar sürekli açık tutulmaya ve acil durum planları yapılmaya başlandı.
İşte tam böyle bir zamanda, 10 Ekim sabahı tam da evden çıkmadan önce hazırlanırken twitter üzerinden haberlere göz gezdiriyordum. Ankara'daki patlamanın haberini okudum, içimden bir sıcaklık aktı. Barış mitingindeki patlamada çok sayıda ölü ve yaralı vardı ve aslında karnım burnumda olmasa benim bile orada olabileceğim bir toplanmaydı. Aklıma babam geldi ve en son ne zaman konuştuk acaba diye geçirdim içimden bir an, oraya gitmiş olabilir mi diye düşündüm. Sonraki saniyede telefon babama bağlanmak üzereydi.
Telefonu açana kadar geçen 5-10 saniyelik sürede kalp atışlarım hızlandı. Neyse ki telefon açıldı ve babamın sesini duydum. "Babacım nerdesin?" sorusunun cevabı "İbni Sina Hastanesinde acildeyim kızım iyiyim, belden aşağısında ufak bir problem var birazdan müdahale edilecek merak etme. Sarjım az ben seni ararım." oldu. İçerden konuşmayı duyan ve olayı bildiği halde organize şekilde öğrenmemem için televizyonu bile açmayan kocam ve annem tuvaletin kapısına koştular. Sakinleşmemiz, olayı idrak etmemiz biraz zaman aldı tabii. Neyse ki babam hayattaydı ama bacağındaki hasarla ilgili farklı kişilerden farklı bilgiler geliyordu. Normalde hemen atlayıp Ankara'ya gitmem gerekirken, burnuma varmış olan karnım ve içindeki iki canlı kişilik beni İstanbul'a hapsetti!
Babam 10 günde geçirdiği iki operasyonun sonunda, sol bacağında diz ile bilek arasındaki parçalı kırıklar eksternal fiksatör yöntemiyle sabitlendi. Sonrasında ambulans ile İstanbul'a evine getirildi ve sonunda görmeye gidebildik! 10 gün boyunca stresten doğurmamak için kendimle mücadele ettim. Gerginlik çocuklara yansır mı, acaba hissederler mi, babamı da göremedim ama acaba gerçekten iyi mi gibisinden sorular kafamda uçuşurken bana kalan evde oturmak ve sakinleşmeye çalışmak oldu. Ankara ile canlı telefon bağlantıları yoluyla iletişime devam ettik, neyse ki sorunsuz şekilde hastaneden çıkış yaptı ve evine geldi babam.
Patlama sebebiyle kulaklarının birinde geçici, diğerinde tedavi gerektiren işitme kaybı yaşadı babacım. Dolayısıyla telefonda konuşmak da çok kolay olmuyordu. İstanbul'a geldiği gibi soluğu yanında aldık tabii. Patlama sırasında yanında olan 14 arkadaşını kaybedip, belki de onlar sayesinde sadece bacağından yaralanarak hayatta kalabilen babamın tedavisi halen sürüyor. 3 aydır evinden çıkamıyor, fiksatörlerin çıkarılması için kemiklerin kaynaması bekleniyor. Öncesinde sürekli hareket halinde olan bir adamın da aylarca eve kapanması, bacağında demirlerle yaşaması adeta hücre hapsi gibi! Yine de hala aynı avuntuya sığınıyoruz ; neyse ki hayatta!
Birleşik Taşımacılık Sendikası'nın kurucu üyelerinden olan babam, o gün de daha önceki çok kereler gibi Barış için sesini duyurmaya gitmişti. Tam da garın önünde sendikadan arkadaşlarıyla sohbet ederken ilk patlama yanıbaşlarında olmuş. Bacaklarından aldığı darbe ile yere düşmüş ve adeta bir can pazarının ortasında kalakalmış. Üstelik yanıbaşındaki kan revan içindeki, hatta parçalanmış vücutlar da yıllardır ortak mücadele içindeki arkadaşları.. Sonrasındaki kaosu zaten hepimiz televizyonlardan izledik. Polisin yaralıların ortasına attığı gaz bombası, pankartların üzerinde ambulanslara taşınan yaralılar... İlk müdahaleyi yapan sağlık emekçileri ise ordan oraya koşturup herkese o ilk yardımı ulaştırma çabasındaymış. Ameliyata alınana kadar ara ara uyku ve baygınlık hali arasında gidip gelen babamı "aman sakın uyumayın, direnin" uyarıları ayakta tutmuş. Çünkü kendisi tam bir direnişçidir!
İşte tam böyle bir zamanda, 10 Ekim sabahı tam da evden çıkmadan önce hazırlanırken twitter üzerinden haberlere göz gezdiriyordum. Ankara'daki patlamanın haberini okudum, içimden bir sıcaklık aktı. Barış mitingindeki patlamada çok sayıda ölü ve yaralı vardı ve aslında karnım burnumda olmasa benim bile orada olabileceğim bir toplanmaydı. Aklıma babam geldi ve en son ne zaman konuştuk acaba diye geçirdim içimden bir an, oraya gitmiş olabilir mi diye düşündüm. Sonraki saniyede telefon babama bağlanmak üzereydi.
Telefonu açana kadar geçen 5-10 saniyelik sürede kalp atışlarım hızlandı. Neyse ki telefon açıldı ve babamın sesini duydum. "Babacım nerdesin?" sorusunun cevabı "İbni Sina Hastanesinde acildeyim kızım iyiyim, belden aşağısında ufak bir problem var birazdan müdahale edilecek merak etme. Sarjım az ben seni ararım." oldu. İçerden konuşmayı duyan ve olayı bildiği halde organize şekilde öğrenmemem için televizyonu bile açmayan kocam ve annem tuvaletin kapısına koştular. Sakinleşmemiz, olayı idrak etmemiz biraz zaman aldı tabii. Neyse ki babam hayattaydı ama bacağındaki hasarla ilgili farklı kişilerden farklı bilgiler geliyordu. Normalde hemen atlayıp Ankara'ya gitmem gerekirken, burnuma varmış olan karnım ve içindeki iki canlı kişilik beni İstanbul'a hapsetti!
Babam 10 günde geçirdiği iki operasyonun sonunda, sol bacağında diz ile bilek arasındaki parçalı kırıklar eksternal fiksatör yöntemiyle sabitlendi. Sonrasında ambulans ile İstanbul'a evine getirildi ve sonunda görmeye gidebildik! 10 gün boyunca stresten doğurmamak için kendimle mücadele ettim. Gerginlik çocuklara yansır mı, acaba hissederler mi, babamı da göremedim ama acaba gerçekten iyi mi gibisinden sorular kafamda uçuşurken bana kalan evde oturmak ve sakinleşmeye çalışmak oldu. Ankara ile canlı telefon bağlantıları yoluyla iletişime devam ettik, neyse ki sorunsuz şekilde hastaneden çıkış yaptı ve evine geldi babam.
Patlama sebebiyle kulaklarının birinde geçici, diğerinde tedavi gerektiren işitme kaybı yaşadı babacım. Dolayısıyla telefonda konuşmak da çok kolay olmuyordu. İstanbul'a geldiği gibi soluğu yanında aldık tabii. Patlama sırasında yanında olan 14 arkadaşını kaybedip, belki de onlar sayesinde sadece bacağından yaralanarak hayatta kalabilen babamın tedavisi halen sürüyor. 3 aydır evinden çıkamıyor, fiksatörlerin çıkarılması için kemiklerin kaynaması bekleniyor. Öncesinde sürekli hareket halinde olan bir adamın da aylarca eve kapanması, bacağında demirlerle yaşaması adeta hücre hapsi gibi! Yine de hala aynı avuntuya sığınıyoruz ; neyse ki hayatta!
Birleşik Taşımacılık Sendikası'nın kurucu üyelerinden olan babam, o gün de daha önceki çok kereler gibi Barış için sesini duyurmaya gitmişti. Tam da garın önünde sendikadan arkadaşlarıyla sohbet ederken ilk patlama yanıbaşlarında olmuş. Bacaklarından aldığı darbe ile yere düşmüş ve adeta bir can pazarının ortasında kalakalmış. Üstelik yanıbaşındaki kan revan içindeki, hatta parçalanmış vücutlar da yıllardır ortak mücadele içindeki arkadaşları.. Sonrasındaki kaosu zaten hepimiz televizyonlardan izledik. Polisin yaralıların ortasına attığı gaz bombası, pankartların üzerinde ambulanslara taşınan yaralılar... İlk müdahaleyi yapan sağlık emekçileri ise ordan oraya koşturup herkese o ilk yardımı ulaştırma çabasındaymış. Ameliyata alınana kadar ara ara uyku ve baygınlık hali arasında gidip gelen babamı "aman sakın uyumayın, direnin" uyarıları ayakta tutmuş. Çünkü kendisi tam bir direnişçidir!
14 Ocak 2016 Perşembe
Doğum İzni ve Son Kaçamaklar
Veee doğum izni...
İnsan hayatının değişmeye başladığı günler. Son yıllarımı sabah kalk, işe git, akşam eve gel ya da gelme dışarı çık, haftasonu aktivite peşinde koş şeklinde geçirdim. Eskiden haftasonu sabahları erken kalkmazdım öğlenlere kadaaar uyurdum fakat bu durum kocamla birlikte değişti. Kendisi haftasonu da zebellah gibi erkenden kalktığı için ben de onun düzenine alıştım. Gerçi şikayetçi de değilim böyle olunca haftasonu daha uzun geliyo insana :)
İzin dönemi için doğuma hazırlık için yapılacak birtakım işler sıraya konmuştu zaten. Benim için hem psikolojik hem de fiziksel koşulları hazırlayacak yeterli vakit vardı. Hatta benim beklediğimden 1 hafta falan fazladan vaktim bile oldu.
Benim için en önemlisi ise insanlarla vakit geçirmekti. Bir daha ne zaman vaktim olacağını bilemediğimden, kafası kesilmiş tavuk gibi ordan oraya gezdim durdum :) Herkesleri ziyaret ettim, bi çay kahve içtim. Hatta son haftaya kadar oyun izlemeye bile devam ettim. En son Tatbikat Sahnesi'nde "Bir Deli'nin Hatıra Defteri"ni izlediğimizde, çıkışta ambulansla doğuma gidecekmişim gibi görünüyordum. İnsanların bakışları şahane! Kimisi "aayy ne tatlı bak bu halde oyuna gelmiş" bakıuşıyla durumu şirinlik olarak algılarken, kimisi de "yuh artık bu göbekle evinde otur kadın ya da git doğur" diye küçümser gözlerle bakıyordu. Oyunu tahmin ettiğimdem rahat izledim çünkü tesadüfen oturduğumuz yer tam kenardaydı ve ayaklarımı uzatacak yerim vardı! Fekat o köşedeki yerime geçerken insanları ittirmekle kalmayıp yerlerinden kaldırmak zorunda kaldım :)
Bebeler de böylece biraz kültür mantarı oldular daha içerdeyken oyun izleyerek. Son haftalarda izlediğimiz bir diğer oyun da İkinci Kat'taki "Kar Küresinde Bir Tavşan" idi. Neyse bebelere daha bu yaştan böyle güzel oyunculuklar izlettiğimiz için mutluyuz! Orda da aynı bakışlar üstümde, daha çok göbeğimde gezdi tabii ki de! Ama ben durumumdan çok memnumdum dostlar! :)
Tabii bu arada haftada 1 doktora gitmeye başladık. Zira bebeler oldukça büyüdüler ve ne zaman geleceklerini kestirmek zordu. Durumu kontrol altında tutmak lazımdı. Her gittiğimizde doktorun doğum için tarih vereceği ümidini taşıyordum ama çoğu zaman elim boş döndüm. "Bugün git haftaya gel" diye beni 3 defa gönderdikten sonra ancak 36. haftada tarih verdi..
Evdeki hazırlıklar ise annemin yardımıyla ilerleyip son buldu. O noktada en mühim işlerden birisi hastane çantası hazırlamaktı. Ne olur ne olmaz, doğum aniden gelir diye çantayı hazırda tutmak lazımmış. Sanırım izine ayrılınca ilk yaptığımız şeylerden birisi hastane çantası için alışveriş yapmak oldu. Aman tanrım! Ne alışlar, ne verişler! Emektar kırmızı valizim bu sefer de bana hastanede eşlik etmek üzere yine yanımda olacaktı! Hastane çantası hazırlığımı bundan sonraki yazıda detaylı yazayım, bu konu bu yazıya yakışmaz şimdi :)
Hamile kaldığımdan beri haftada bir mutlaka bize gelip, evde yoğurt ve yemek yapıp giden annem tabii ki doğum yaklaşında geliş sayılarını arttırdı. Haftaiçi 1-2 gün artık beni yalnız bırakmayıp hem hazırlıklara yardım eder hem de yemek yapar oldu saolsun. Vallahi o olmasa işim çok zordu!
Doğum öncesi günlerin hakkını vermeye çalışırken olabildiğince güne erken başlamaya çalıştım. Güzelce kahvaltımı yaptım, gazetemi okudum, öğlen uykularına yattım, yemekler yaptım, akşamları yürüyüşler yaptık. Yalnız kaldığım zamanlarda okumaya, düşünmeye ve düşünmemeye çalıştım!
Spor işlerine ise hiç girmedim. Pek iyi yapmadım galiba ama bir zararını da görmedim. Normal doğum yapma ihtimalim çok düşük olduğu için yoga, pilates benzeri işlere hiç girmedim. Zaten üşengeç olduğumdan bir de o koca göbeği kaldırıp da uğraşamadım :) Bol bol dışarlarda sürttüğüm için zaten yürüyüş yapıyordum, akşamları ve haftasonları da arada Moda'ya yürüşler yaptık. Ama tabii son haftalarda yürüyüş hızım azaldı, nefesim yetmemeye başladı, dinlenmeden 15 dakika yürüyemez oldum. En son Moda'ya yürüdüğümüzde normalde 20 dakika olan yolu 50 dakikada gittik. Yokuşlarda kocacım arkamdan itmek suretiyle bana yardımcı olmasa, oracıkta oturup geçerken beni alsın diye yardıma birilerini çağırabilirdim!
Sonraaaa Tiyatro Açıkça'nın sezon açılışına bile yetiştim, eski dostları gördüm hasret giderdim. Oyun izledik, çıkışta içmeye gittik. Ben de su içerek kendimden geçtim yine! Bebeklerle ortamlara aktık biraz muhabbete katıldık. Eski arkadaşları da görmüş olduk süper oldu kendimize geldik.
Kocacığımın doğum günü haftasında ona bir süpriz yapayım dedim, Gökçeada'da KiteSurf okulunda hoca ayarlayıp gerekli planları yaptım. Fakat mevsim olarak çok uygun olmasına rağmen öyle bir haftasonuna denk geldik kiii rüzgar yok! Ders olayı yalan oldu tabii.. Biz de adada gezdik, yedik, içtik, yattık, dinlendik.
Sonraaa bir haftasonu da biraz da fotoğraflarımızı çekmek için Bozcaada'ya gittik. Rüzgar gülü manzarasında göbeğimin birtakım fotoğraflarını çektik bize de hatıra olsun diye. Akşamları güzel güzel mezeler balıklar yedik ama bi şarap içelim bi rakı içelim diyemedik bea! O manzarada güneşi batırırken bi şişe şarabımızı değil bir şişe suyumuzu alıp keyif yaptık :)
Son haftalara yaklaşırken de son bayram tatili fırsatımızı Sapanca'da spa otelinde kullandık. Tabii ben yine birçok şeyden faydalanamadım! Buhar odası yasak, masaj yasak, içki yasak, o yasak, bu yasak. Bi dandik hamile masajı yaptırabildim, biraz el-ayak bakım falan derken yata yata bol bol dinlendim. Hava tam sonbahar havasıydı, hatta yağmur da yağdı, seridi, sakindi. Güzel oldu başbaşa biraz daha vakit geçirdik kocacımla.
Yani şimdi düşününce aslında doğum öncesi zamanları oldukça iyi değerlendirmişiz :) Aslında bu yaz için haftasonları motorla yakın yerler keşfetmek, ufak yurtdışı kaçamakları yapmak vardı ama onları biraz ertelemek durumunda kaldık. Birkaç sene kadar! Aslında yine hamileyken bi İtalya bile yaptık! Kuzenimin 30 yaş şenlikleri kapsamında Mayıs ayı ortasında İtalya'ya gittik çünkü çok da önceden planlamıştık bunu. O zamanlar henüz 3 aylık hamile olduğum için pek bir etkisi olmadı zaten, sadece sıcak bizi biraz yordu. Onun dışında yürüme performansımız henüz etkilenmemişti, dolayısıyla yine iyi gezdik!
Aslında bakarsanız bebekler oluştuklarından beri bayaaa gezdiler! İlk olarak habersiz Dubai, sonra yine habersiz Japonya, motorla Susurluk, kuzenin doğum gününde İtalya, kızlar çetesiyle Çeşme, annemle Alanya, karı-koca Gökçeada&Bozcaada&Sapanca derken yolda doğurmadan bu süreci de atlattık :)
İnsan hayatının değişmeye başladığı günler. Son yıllarımı sabah kalk, işe git, akşam eve gel ya da gelme dışarı çık, haftasonu aktivite peşinde koş şeklinde geçirdim. Eskiden haftasonu sabahları erken kalkmazdım öğlenlere kadaaar uyurdum fakat bu durum kocamla birlikte değişti. Kendisi haftasonu da zebellah gibi erkenden kalktığı için ben de onun düzenine alıştım. Gerçi şikayetçi de değilim böyle olunca haftasonu daha uzun geliyo insana :)
İzin dönemi için doğuma hazırlık için yapılacak birtakım işler sıraya konmuştu zaten. Benim için hem psikolojik hem de fiziksel koşulları hazırlayacak yeterli vakit vardı. Hatta benim beklediğimden 1 hafta falan fazladan vaktim bile oldu.
Benim için en önemlisi ise insanlarla vakit geçirmekti. Bir daha ne zaman vaktim olacağını bilemediğimden, kafası kesilmiş tavuk gibi ordan oraya gezdim durdum :) Herkesleri ziyaret ettim, bi çay kahve içtim. Hatta son haftaya kadar oyun izlemeye bile devam ettim. En son Tatbikat Sahnesi'nde "Bir Deli'nin Hatıra Defteri"ni izlediğimizde, çıkışta ambulansla doğuma gidecekmişim gibi görünüyordum. İnsanların bakışları şahane! Kimisi "aayy ne tatlı bak bu halde oyuna gelmiş" bakıuşıyla durumu şirinlik olarak algılarken, kimisi de "yuh artık bu göbekle evinde otur kadın ya da git doğur" diye küçümser gözlerle bakıyordu. Oyunu tahmin ettiğimdem rahat izledim çünkü tesadüfen oturduğumuz yer tam kenardaydı ve ayaklarımı uzatacak yerim vardı! Fekat o köşedeki yerime geçerken insanları ittirmekle kalmayıp yerlerinden kaldırmak zorunda kaldım :)
Bebeler de böylece biraz kültür mantarı oldular daha içerdeyken oyun izleyerek. Son haftalarda izlediğimiz bir diğer oyun da İkinci Kat'taki "Kar Küresinde Bir Tavşan" idi. Neyse bebelere daha bu yaştan böyle güzel oyunculuklar izlettiğimiz için mutluyuz! Orda da aynı bakışlar üstümde, daha çok göbeğimde gezdi tabii ki de! Ama ben durumumdan çok memnumdum dostlar! :)
Tabii bu arada haftada 1 doktora gitmeye başladık. Zira bebeler oldukça büyüdüler ve ne zaman geleceklerini kestirmek zordu. Durumu kontrol altında tutmak lazımdı. Her gittiğimizde doktorun doğum için tarih vereceği ümidini taşıyordum ama çoğu zaman elim boş döndüm. "Bugün git haftaya gel" diye beni 3 defa gönderdikten sonra ancak 36. haftada tarih verdi..
Evdeki hazırlıklar ise annemin yardımıyla ilerleyip son buldu. O noktada en mühim işlerden birisi hastane çantası hazırlamaktı. Ne olur ne olmaz, doğum aniden gelir diye çantayı hazırda tutmak lazımmış. Sanırım izine ayrılınca ilk yaptığımız şeylerden birisi hastane çantası için alışveriş yapmak oldu. Aman tanrım! Ne alışlar, ne verişler! Emektar kırmızı valizim bu sefer de bana hastanede eşlik etmek üzere yine yanımda olacaktı! Hastane çantası hazırlığımı bundan sonraki yazıda detaylı yazayım, bu konu bu yazıya yakışmaz şimdi :)
Hamile kaldığımdan beri haftada bir mutlaka bize gelip, evde yoğurt ve yemek yapıp giden annem tabii ki doğum yaklaşında geliş sayılarını arttırdı. Haftaiçi 1-2 gün artık beni yalnız bırakmayıp hem hazırlıklara yardım eder hem de yemek yapar oldu saolsun. Vallahi o olmasa işim çok zordu!
Doğum öncesi günlerin hakkını vermeye çalışırken olabildiğince güne erken başlamaya çalıştım. Güzelce kahvaltımı yaptım, gazetemi okudum, öğlen uykularına yattım, yemekler yaptım, akşamları yürüyüşler yaptık. Yalnız kaldığım zamanlarda okumaya, düşünmeye ve düşünmemeye çalıştım!
Spor işlerine ise hiç girmedim. Pek iyi yapmadım galiba ama bir zararını da görmedim. Normal doğum yapma ihtimalim çok düşük olduğu için yoga, pilates benzeri işlere hiç girmedim. Zaten üşengeç olduğumdan bir de o koca göbeği kaldırıp da uğraşamadım :) Bol bol dışarlarda sürttüğüm için zaten yürüyüş yapıyordum, akşamları ve haftasonları da arada Moda'ya yürüşler yaptık. Ama tabii son haftalarda yürüyüş hızım azaldı, nefesim yetmemeye başladı, dinlenmeden 15 dakika yürüyemez oldum. En son Moda'ya yürüdüğümüzde normalde 20 dakika olan yolu 50 dakikada gittik. Yokuşlarda kocacım arkamdan itmek suretiyle bana yardımcı olmasa, oracıkta oturup geçerken beni alsın diye yardıma birilerini çağırabilirdim!
Sonraaaa Tiyatro Açıkça'nın sezon açılışına bile yetiştim, eski dostları gördüm hasret giderdim. Oyun izledik, çıkışta içmeye gittik. Ben de su içerek kendimden geçtim yine! Bebeklerle ortamlara aktık biraz muhabbete katıldık. Eski arkadaşları da görmüş olduk süper oldu kendimize geldik.
Kocacığımın doğum günü haftasında ona bir süpriz yapayım dedim, Gökçeada'da KiteSurf okulunda hoca ayarlayıp gerekli planları yaptım. Fakat mevsim olarak çok uygun olmasına rağmen öyle bir haftasonuna denk geldik kiii rüzgar yok! Ders olayı yalan oldu tabii.. Biz de adada gezdik, yedik, içtik, yattık, dinlendik.
Sonraaa bir haftasonu da biraz da fotoğraflarımızı çekmek için Bozcaada'ya gittik. Rüzgar gülü manzarasında göbeğimin birtakım fotoğraflarını çektik bize de hatıra olsun diye. Akşamları güzel güzel mezeler balıklar yedik ama bi şarap içelim bi rakı içelim diyemedik bea! O manzarada güneşi batırırken bi şişe şarabımızı değil bir şişe suyumuzu alıp keyif yaptık :)
Son haftalara yaklaşırken de son bayram tatili fırsatımızı Sapanca'da spa otelinde kullandık. Tabii ben yine birçok şeyden faydalanamadım! Buhar odası yasak, masaj yasak, içki yasak, o yasak, bu yasak. Bi dandik hamile masajı yaptırabildim, biraz el-ayak bakım falan derken yata yata bol bol dinlendim. Hava tam sonbahar havasıydı, hatta yağmur da yağdı, seridi, sakindi. Güzel oldu başbaşa biraz daha vakit geçirdik kocacımla.
Yani şimdi düşününce aslında doğum öncesi zamanları oldukça iyi değerlendirmişiz :) Aslında bu yaz için haftasonları motorla yakın yerler keşfetmek, ufak yurtdışı kaçamakları yapmak vardı ama onları biraz ertelemek durumunda kaldık. Birkaç sene kadar! Aslında yine hamileyken bi İtalya bile yaptık! Kuzenimin 30 yaş şenlikleri kapsamında Mayıs ayı ortasında İtalya'ya gittik çünkü çok da önceden planlamıştık bunu. O zamanlar henüz 3 aylık hamile olduğum için pek bir etkisi olmadı zaten, sadece sıcak bizi biraz yordu. Onun dışında yürüme performansımız henüz etkilenmemişti, dolayısıyla yine iyi gezdik!
Aslında bakarsanız bebekler oluştuklarından beri bayaaa gezdiler! İlk olarak habersiz Dubai, sonra yine habersiz Japonya, motorla Susurluk, kuzenin doğum gününde İtalya, kızlar çetesiyle Çeşme, annemle Alanya, karı-koca Gökçeada&Bozcaada&Sapanca derken yolda doğurmadan bu süreci de atlattık :)
13 Ocak 2016 Çarşamba
İleri Hamilelik
Hamilelik ilerledikçe şişen karınla başa çıkmak gittikçe zorlaşıyor. En önemli mevzulardan birisi aldığım kilolar. Her ne kadar "ikiz canım olacak o kadar" mottosuna dayansam da işin sonrası gözümü biraz korkuttu.
Kilo için çok kontrollü de gitmedim aslında, sadece sağlıklı beslenmeye özen gösterdim. Beni en çok zorlayan şey ise bir anda oluşan tatlı isteğim oldu. Halbuki normalde pek tatlı düşkünlüğüm yoktur ama nedense hamilelikte her türlü tatlının kulu kölesi oluverdim!
Bu durum kocam için başa çıkması zor oldu, hatta sanırım benden daha zor oldu. Zira kendisi son 1 senedir yediklerine gösterdiği aşırı özen ve düzenli spor sayesinde istediği vücuda kavuşmuşken benden de aynı performansı bekliyordu. Tam bu konuda üstüme gelmeye başladığı dönemde de hamile kalıncaaaa pek de müdahale edemedi. Ufaktan ufaktan "tatlının ne sana ne çocuklara bir faydası var canııım" baskısı yapsa da neticede hamile kişinin çok üstüne gelinmeyeceğinden, bir yerde durmak zorunda kaldı :)
Neticede bendeniz 56 kilo ile hamile kalıp 74 kilo ile süreci tamamladım. 75 de olabilir, en son doğuma 4 gün kala tartılmıştım. Neyse işte 18-19 kilo kadar aldım ama tabii ki "ikiz canım olacak o kadar!" Sonrası için ise hayalim 52'ye düşüp filinta gibi olmak.
Karnım burnuma yaklaştığı sıralarda bir de kıyafet krizi tabii ki baş gösterdi. Zira mevsim eylül-ekim oldu ve havalar serinledi. Ama doğum da yaklaştı, yeni kıyafet almaya lüzum da yok. Eee ben de Kadıköy'deki penyeciden aldığım büyük beden penye elbiselerimin üstüne 2 hırka alıverdim, her yerde onları giydim. Ayakkabı mevzusunu ise çözemedim ve sadece idare ettim :) Ayaklarım büyüdüğü için botlarım ve kapalı ayakkabılarım olmuyordu, tek giyebildiğim ayakkabı esnekliği sebebiyle new balance spor ayakkabılarım oldu. Yağmurun ortasında kaldığım bir günde ise geçirdim ayakkabıların üstüne galoşları, Kadıköy'de öyle gezdim :)
Ama o penye elbiseler hayatımı kurtardı adeta. 3-4 tane farklı renklerde bol bol penye elbiseler aldım, çeşitli takılarla döndüre döndüre hep onları giydim durdum. Vücut hatlarımda gösterecek bir numara olmayınca takı olayına yüklendim biraz. İri iri kolyeler, hatta içinden şal geçirilmiş kolyelerle biraz ilgiyi vücuttan aksesuara almaya çalıştım. Sanırım oldu da. Size de tavsiye ederim. Eğer kilo sıkıntınız varsa takın iri iri takıları, geniş elbiselerin içinde poponuz göbeğiniz bıngıldarken göze çarpan rengarenk takılarınız olsun :)
Saçlarımı boyatamadığım için şakaklara düşen aklar ön plana çıkmaya başladı. Ancak son ayda biraz daha kısa kestirebildim ve fazlası için ancak doğum sonrasına hayal kurabildim! Hep istediğim çok kısa saçı doğumdan sonra kestiricem diye hedef koydum. Aslında bana kalsa doğumdan önce yapacaktım da bir arkadaşım dedi ki "doğumdan sonra insanın değişiklik yapmaya çok ihtiyacı oluyor, bence sonrasına kalsın." Kendisine kulak verdim, iyi ki de öyle yapmışım! Gerçi evdeki iki adamla bir daha ne zaman kuaföre gidebileceğimi bilemiyordum ama psikolojik açıdan beni kurtaracak bir hamle olduğu kesindi!
İleri hamilelik döneminde vücutla başa çıkmak zorken bir de içimdeki adamların tekmeleri tokatları başladı. Özellikle geceleri pek hareketliydiler, hatta bazen uyutmayacak kadar. Koca karnımın baskısıyla hacmi aşırı küçülen idrar torbam geceleri beni birkaç defa tuvalete davet eder oldu. Saat sabah 4 civarı tuvalet ziyaretim sonrası da uyuyamadığım zaman çok oldu. Sağa dönsem birisi tekmeliyor, sola dönsem diğeri tekmeliyor. Sırtüstü yatsam tansiyon düşebilir diyorlar, yüzüstü zaten imkansız. Böyle böyle telefonumla zaman geçirerekten sabahı ettiğim çok oldu.
Yine de o göbekle gezmekten de geri durmadım. Aile fertlerinin 'sen hala araba mı kullanıyosun bakiim???' tehditlerine boyun eğmedim ve kendimi iyi hissettiğim her fırsatta kocamla, arkadaşlarımla vakit geçirdim. Bir de hiç araştırmadım ama son güne kadar makyaj yapmaya da devam ettim. Kalitesiz bir malzeme zaten kullanmıyorum ama özellikle fiziksel olarak hayal bile edemeyeceğim sınırlara gelmişken beni iki gram daha güzel ya da bakımlı gösteren makyajdan kopmadım :)
Bu arada tabii ki hamilelik izninde okumak üzere en popüler bebek bakımı kitaplarını da aldım ama inanın doğurana kadar da birisi hariç elimi sürmedim. Zaten ikizlerle ilgili pek fazla kitap yok, elime geçen bir tanesini de doğurmadan okudum. Faydalı da buldum ; "Çoğullarla A'dan Z'ye Yaşam" Bir de babaların okuması için bir kitap almak çok istedim fakat bulamadım. Özellikle hamillelik dönemi ve sonrasında babalar ne yapmalı nasıl davranmalı, nasıl hazırlanmalı konularıyla ilgili ben kitap bulamadım. Neden yani herşey anne için ki ? Baba için bebek sahibi olmak bu kadar kolay ve çalışılması gereken bir durum mu ? Bu konuya acil birisi el atsın hanımlar beyler!
32. haftamın sonunda izne ayrılırken de şirketteki arkadaşlar baby shower konseptli bir veda yaptılar saolsunlar. Aynı dönemin hamileleri olduğumuzdan Pelin'le birlikte yoldaki toplam 3 adam için veda yapıldı.
Şirkete veda ile birlikte yeni bir dönemin kapıları açıldı.. Yıllar sonra iş hayatını bir süreliğine kenara koydum, birkaç haftalık boşluğun ardından hiç bilmediğim bir dünyaya doğru yola çıktım.. İnsanoğlu işte, öğreniyoruz, büyüyoruz...
Kilo için çok kontrollü de gitmedim aslında, sadece sağlıklı beslenmeye özen gösterdim. Beni en çok zorlayan şey ise bir anda oluşan tatlı isteğim oldu. Halbuki normalde pek tatlı düşkünlüğüm yoktur ama nedense hamilelikte her türlü tatlının kulu kölesi oluverdim!
Bu durum kocam için başa çıkması zor oldu, hatta sanırım benden daha zor oldu. Zira kendisi son 1 senedir yediklerine gösterdiği aşırı özen ve düzenli spor sayesinde istediği vücuda kavuşmuşken benden de aynı performansı bekliyordu. Tam bu konuda üstüme gelmeye başladığı dönemde de hamile kalıncaaaa pek de müdahale edemedi. Ufaktan ufaktan "tatlının ne sana ne çocuklara bir faydası var canııım" baskısı yapsa da neticede hamile kişinin çok üstüne gelinmeyeceğinden, bir yerde durmak zorunda kaldı :)
Neticede bendeniz 56 kilo ile hamile kalıp 74 kilo ile süreci tamamladım. 75 de olabilir, en son doğuma 4 gün kala tartılmıştım. Neyse işte 18-19 kilo kadar aldım ama tabii ki "ikiz canım olacak o kadar!" Sonrası için ise hayalim 52'ye düşüp filinta gibi olmak.
Karnım burnuma yaklaştığı sıralarda bir de kıyafet krizi tabii ki baş gösterdi. Zira mevsim eylül-ekim oldu ve havalar serinledi. Ama doğum da yaklaştı, yeni kıyafet almaya lüzum da yok. Eee ben de Kadıköy'deki penyeciden aldığım büyük beden penye elbiselerimin üstüne 2 hırka alıverdim, her yerde onları giydim. Ayakkabı mevzusunu ise çözemedim ve sadece idare ettim :) Ayaklarım büyüdüğü için botlarım ve kapalı ayakkabılarım olmuyordu, tek giyebildiğim ayakkabı esnekliği sebebiyle new balance spor ayakkabılarım oldu. Yağmurun ortasında kaldığım bir günde ise geçirdim ayakkabıların üstüne galoşları, Kadıköy'de öyle gezdim :)
Ama o penye elbiseler hayatımı kurtardı adeta. 3-4 tane farklı renklerde bol bol penye elbiseler aldım, çeşitli takılarla döndüre döndüre hep onları giydim durdum. Vücut hatlarımda gösterecek bir numara olmayınca takı olayına yüklendim biraz. İri iri kolyeler, hatta içinden şal geçirilmiş kolyelerle biraz ilgiyi vücuttan aksesuara almaya çalıştım. Sanırım oldu da. Size de tavsiye ederim. Eğer kilo sıkıntınız varsa takın iri iri takıları, geniş elbiselerin içinde poponuz göbeğiniz bıngıldarken göze çarpan rengarenk takılarınız olsun :)
Saçlarımı boyatamadığım için şakaklara düşen aklar ön plana çıkmaya başladı. Ancak son ayda biraz daha kısa kestirebildim ve fazlası için ancak doğum sonrasına hayal kurabildim! Hep istediğim çok kısa saçı doğumdan sonra kestiricem diye hedef koydum. Aslında bana kalsa doğumdan önce yapacaktım da bir arkadaşım dedi ki "doğumdan sonra insanın değişiklik yapmaya çok ihtiyacı oluyor, bence sonrasına kalsın." Kendisine kulak verdim, iyi ki de öyle yapmışım! Gerçi evdeki iki adamla bir daha ne zaman kuaföre gidebileceğimi bilemiyordum ama psikolojik açıdan beni kurtaracak bir hamle olduğu kesindi!
İleri hamilelik döneminde vücutla başa çıkmak zorken bir de içimdeki adamların tekmeleri tokatları başladı. Özellikle geceleri pek hareketliydiler, hatta bazen uyutmayacak kadar. Koca karnımın baskısıyla hacmi aşırı küçülen idrar torbam geceleri beni birkaç defa tuvalete davet eder oldu. Saat sabah 4 civarı tuvalet ziyaretim sonrası da uyuyamadığım zaman çok oldu. Sağa dönsem birisi tekmeliyor, sola dönsem diğeri tekmeliyor. Sırtüstü yatsam tansiyon düşebilir diyorlar, yüzüstü zaten imkansız. Böyle böyle telefonumla zaman geçirerekten sabahı ettiğim çok oldu.
Yine de o göbekle gezmekten de geri durmadım. Aile fertlerinin 'sen hala araba mı kullanıyosun bakiim???' tehditlerine boyun eğmedim ve kendimi iyi hissettiğim her fırsatta kocamla, arkadaşlarımla vakit geçirdim. Bir de hiç araştırmadım ama son güne kadar makyaj yapmaya da devam ettim. Kalitesiz bir malzeme zaten kullanmıyorum ama özellikle fiziksel olarak hayal bile edemeyeceğim sınırlara gelmişken beni iki gram daha güzel ya da bakımlı gösteren makyajdan kopmadım :)
32. haftamın sonunda izne ayrılırken de şirketteki arkadaşlar baby shower konseptli bir veda yaptılar saolsunlar. Aynı dönemin hamileleri olduğumuzdan Pelin'le birlikte yoldaki toplam 3 adam için veda yapıldı.
Şirkete veda ile birlikte yeni bir dönemin kapıları açıldı.. Yıllar sonra iş hayatını bir süreliğine kenara koydum, birkaç haftalık boşluğun ardından hiç bilmediğim bir dünyaya doğru yola çıktım.. İnsanoğlu işte, öğreniyoruz, büyüyoruz...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)